29 Temmuz 2020

Simgesel Büyük Ötekinin Kaybı

Jacques Lacan'ın iki önemli kavramı "Simgesel büyük öteki" ve "Simgesel küçük öteki". Bunlarla ne demek istemiştir Lacan?

Simgesel büyük ötekinin anlamı bizim için rol modeli olanlar, ebeveynler, psikoterapistler, liderler, aydınlar, ideolojiler vb.

Simgesel küçük ötekinin anlamı ise bizim gibi olanlar yani arkadaşlarımız, komşularımız, tanışlarımız vb.

Günümüzün en büyük sorununu Lacancı terimlerle açıklarsak insanların simgesel büyük ötekini kaybetmesi veya bulamaması diyebiliriz kanımca. Simgesel büyük öteki neydi? Özetle bizim için rehber, yol gösterici olabilecek olanlardı. Bunları kaybeden, rehbersiz kalan, rehbersiz kaldığı için de kendisine anlamlı yaşam çizmekte zorlanan insanlığın bu boşluğu doldurma veya dolduramama çabalarının dramatik hallerini görüyoruz:

-Benlik şişinmesi veya narsisizm (ben çok güçlüyüm, çok güzelim)
-Depresyon (artık ümit yok)
-Saplantılı bağlanma veya fanatizm (bağlanacak bir şey buldum, onu bırakmayacağım)
-Dürtüsellik veya hazcılık (eğlenip kendimi unutacak bir şeyler buldum)
-Paranoya (bu kötü dünyadan korunmalıyım)
-İçe dönme (insanlardan umudum kalmadı)
-Histeri (bana bakın, ilgi çekiciyim)
-Delirme (gerçeklerle başa çıkamıyorum, hayali dünya yaratmalıyım)

Hepsinin ortak özelliği toplumsal yaşam içinde kendini anlamlı bir şekilde konumlandıramamak. Bunun sonucundaysa parçası olamadığın insanları hor görmek, içlerinden birine yapışarak diğerlerini dışlamak, içe dönmek ya da hayali bir benlik imajı yaratıp ona tutunmaya çalışmak gibi seçenekler dışında seçenek görülememesi. Görülemiyor çünkü rehber kaybedildi, ret edildi veya ona inanılamadı. "Benim rehbere ihtiyacım yok" şeklinde benlik şişinmesi geliştirildi. Var olan toplumsal düzense bu şişinmeyi destekledi veya kendi simgesel büyük ötekileri öne sürdü.

Tüm bu ve benzeri sorunların çözümü için simgesel büyük ötekinin ne anlama geldiği ve hangi simgesel büyük ötekilerin anlamlı olabileceği sorusuna yanıt aramak büyük önem taşıyor.

Şiddetin Kalıtsallıkla ve Toplumla İlişkisi

Kadına şiddet. Bir mağdur var bir de fail. Mağdurun hissettiği duygu çaresizlik failin hissettiği duygu öfke. 

Tam bir çözüme ulaşabilmek için hem mağdura destek olmak ve çaresizlik duygusunu gidermesine yardımcı olmak gerekir hem de faillerin öfkesine kökten bir çözüm bulmak gerekir. Mağdura destek olmak çok önemlidir ama yetmez, etrafta öfke kol geziyorsa her zaman yeni mağduriyetler yaşanacaktır. Faili cezalandırmak önemlidir ama bu da yetmez. Öfke sivrisinek ise bataklığı kurutmadan sivrisinekten kurtulunamaz. 

O halde tam çözüme giden yolda şu soruya yanıt aramak önemli olmalı: Öfke toplumdaki hangi kaynaklardan besleniyor? 

Öfke toplumdan değil kişinin kendisinden kaynaklanıyor diye düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Böyle düşünenler içinse soruyu şöyle soralım: Her bebek dünyaya saf ve temiz duygularla geldiğine göre sonradan onu öfkelendiren dış etkenler olmalı. Bu dış etkenler neler olabilir?

İlle de "Hayır, şiddet bunların genetiğinde var" diyorsanız şiddet ve diğer bazı davranışlarımızın kalıtsallıkla ilişkisine bakmamız gerekiyor. Burada genetik ve epigenetik olarak iki önemli kavram karşımıza çıkıyor. Genetik kavramını lise biyoloji derslerinden de biliyoruz ve artık yaygınlaştı. Ancak epigenetik kavramı henüz yaygınlaşmadı. Şiddet ve diğer bazı davranışlarımız genetikle değil epigenetik ile ilgili. Genetik ile ilgili olmadığı için şanslıyız. Yoksa çözüm bulma ihtimalimiz çok düşük olurdu. 

Epigenetik kalıtsal olarak bazı davranışlara meyil etmemize neden olabilir. Bu meyil uygun dış koşullar gerçekleşmediğinde gerçekliğe dönüşmeyebilir. Bu durumda anlaşılacağı üzere şiddete meyilli kalıtsal özellikler (epigenetik) taşıyan bir çocuk uygun toplumsal koşullar sağlanırsa şiddet davranışları göstermeyebilecektir. İlgi ve sevgi gösteren ebeveyn, iyi bir eğitim ve potansiyel şiddet eğilimlerinin judo, güreş gibi sporlarla elimine edilmesi mümkün olacaktır. 

Aksini iddia eden ancak "Investigation Discovery"gibi ABD TV kanalları olabilir. Toplumsal çözümlerin pek de rağbette olmadığı ABD'de şiddetin kol gezdiğine şaşmamalı.

21 Temmuz 2020

Bir Narsisist ile Yaşamak

Narsisizm, en kısa ve kaba tarifiyle kişinin kendine hayranlığı diyebileceğimiz bir kişilik özelliği. Günümüzde büyük bir hızla artıyor. Hatta kimileri çağımıza narsisizm çağı da diyor. Bu sebeple tanımakta fayda var. “Benim ihtiyacım yok, birinin narsisist olduğunu anlarsam hemen silerim” demeyin. Bir gün eşinizin veya çocuğunuzun narsisist olduğunu keşfedebilirsiniz. İşyerinde beraber çalışmak zorunda kaldığınız kişi de narsisist olabilir. Silemezsiniz ve nasıl beraber yaşayacağınızın yolunu bulmanız gerekir. Zaman zaman yaşamımın bir bölümünü de olsa narsisist birisiyle paylaşmak zorunda kalmış ve doğru tavrı her zaman ayarlayamamış birisi olarak deneyimlerimi tekrar gözden geçirerekten sizlerle paylaşmak istiyorum

Kişinin kendisini sevmesi ve saygı duyması sağlıklı bir durum ancak narsisizmde bu özellik abartılı ve çok öne çıkan bir hal alıyor. Ayrıca kişi kendine odaklandığı için diğerleriyle empati yapabilme yeteneği kısıtlı kalıyor. Kişi bitmek-tükenmek bilmeyen bir beğenilme peşinde koşuyor. Bunu sağlayabilmek için pek çok özelliğini geliştirmek için büyük çabalara girişiyor. İlk bakışta çok iyi görünüyor yani diyorsunuz ki “Bak ne iyi kendini geliştiriyor işte”. Ancak durum bundan ibaret değil. Örneğin düşünün ki eşiniz ailesine ayıracağı zamanı dil kurslarına, müzik eğitimine veya ikinci üniversitelerde okumaya vb. ayırıyor. Size ve çocuklarınıza yeterli zaman ayırmıyor. Elbette hoşunuza gitmez. Bu sorunun bir boyutu. Diğer boyutu ise onun tüm bu çabalarını onun istediği düzeyde takdir etmezseniz size saldırabilir veya en azından sizden uzaklaşabilir. Sorun burada da bitmez. Eğer bir narsisist birisini belli bir konuda da olsa kendisinden daha iyi veya daha başarılı görürse gene saldırıya geçer veya o kişiden uzaklaşır.

 

12 Temmuz 2020

Almak ve Vermek

Çocukluğu belirgin kılan “almak” erişkinliği belirgin kılan ise “vermek”. Çocuğun almaya ihtiyacı vardır ilgiyi, sevgiyi, yiyeceği, oyuncağı alır. Ebeveyn gerekli sınırı çizmeyi de bilirse çocuğun erişkinliğe “vermeye” hazır bir kişilikte ulaşacağını varsayarız. Çocuklukta yeterli düzeyde alamayanın veya sınır çizilmeden (fazla) alanın erişkinlikte “vermeye” hazır olamayacağını da varsayabiliriz. Böyle bir kişi için erişkinlikteki yaşamsal durum “Ne aldım ki ne vereyim?”dir. Bu durumda kişi ebeveyn olmaya hazır değildir. Çocuğa “veremez”. Aslında sadece çocuğuna değil arkadaşlarına da eşine de diğerlerine de yeterli düzeyde veremez. Ayrıca “vermek” fiilinin en belirgin olduğu mesleki etkinlik bile topluma bir hizmet ile “vermek” değil bu hizmetin karşılığında “alınan” paradır.

Yukarıdaki tablo toplumdaki çoğu bireyde gözleniyorsa sürekli alma peşinde koşan ama çevrelerindekilerin de çoğunun alma peşinde koşanlardan oluşmasından dolayı istediğini bir türlü alamayan ve alamadığı için doyumsuzluk hissi yaşayan insanlardır yaşadığımız, karşılaştığımız. Olumlu ve yaratıcı bir çıkış bulunamazsa istediğini alamayanların alabilmek için “veriyormuş” gibi 

05 Temmuz 2020

Geleneksel Hollywood sinemasına karşı “öteki sinema”!

Baştan belirtelim, geleneksel Hollywood sineması olarak kastettiğim Hollywood sinemasının büyük bir bölümünü oluşturan ve hasılatı ana amaç olarak gören, dolayısıyla sinemayı sinema sanatı olarak değil piyasa için yapan sinemacılık. Aynı amacı güden Türkiye dahil dünyanın diğer ülkelerindeki sinemacılık anlayışını da bu adla adlandıracağım.

Nedir “öteki sinema”? Farklı öteki sinema türleri olsa da bahsedeceklerimin başlıca eğilimleri içereceğini baştan belirtmeliyim. Öteki sinema bazen kültür-sanat filmleri olarak da anılır. Japon, Güney Kore ve ABD’den de öteki sinemacılar çıkmasına rağmen (son yıllarda diğer pek çok ülkeden de) avrupa sinemacılarının çoğunluğu oluşturduğunu söyleyebiliriz. Pek çok izleyici tarafından ya anlaşılmaz ya da sıkıcı-bunaltıcı bulunduğu için izleyenleri Hollywood filmlerine göre daha azdır. Gelin biraz daha yakından göz atalım iki sinemaya.

Geleneksel Hollywood sineması daha ziyade imgelere dayanırken öteki sinema simgelere dayanır. Daha açık anlatmak gerekirse Hollywood sinemasında görsellik (imgeler) ön plandadır: Hızla değişen sahneler, koşuşturmacalar, patlayan silahlar, ölen insanlar, yaratıklar, diğer bilgisayar animasyonları, cinsellik içeren sahneler, güzel yüzler ve vücutlar, beyaz kahramanlar vb. En sık işlenen klişe senaryoyu “Toplumsal düzen aslında iyidir ama bu düzeni bozan kötü insanlar vardır ve onlar yok edilmelidir” teması oluşturur. Kötünün neden kötü olduğu hemen hiç sorgulanmaz ve üzerinde durulmaz. Son zamanlarda vizyona giren “Joker” filmi gibi az sayıda filmi istisna tutabiliriz tabi ki. Kötü o kadar kötüdür ki izleyiciyi filmin sonlarına kadar nefret ettirir. Bu şekilde izleyicinin adrenalini arttırılır. Filmin final sahnesinde genellikle beyaz ve erkek olan “kahramanımız” kötüyü ve kötüleri ortadan