19 Aralık 2022

Kurak Günler Film Çözümlemesi

Senaryosunu ve yönetmenliğini Emin Alper’in yaptığı ve bu yıl dokuz ödül alan Kurak Günler filmi 9 Aralık 2022 tarihinde vizyona girdi. Film, Türkiye’nin günümüz ve yakın geçmiş siyasal-toplumsal panoramasının baş karakter savcı Emre ekseninde anlatımıdır. Toplumsal gerçekçilik, gerçekliğin sürekli birebir yansıması olarak değil çok sayıda metaforik anlatımla işlenmiştir. Aynı zamanda bu toplumsal gerçekliklerin baş karakter savcı Emre'de yarattığı duygusal ve davranışsal etkilerİ işlenmiştir.

Pek çok imgesel ve simgesel anlatının yer aldığı, sıklıkla iç içe geçtiği filmin çözümlemesine geçmeden önce konusunu özetleyelim.

Filmin imgesel anlamda konusu Yanıklar adlı küçük bir ilçeye yeni atanan genç savcı Emre’nin çevresinde döner. Şehre daha ilk girişinde, avlanan bir yaban domuzunun bir traktörün arkasına bağlanan halatla sokaklarda bir karnaval havasında sürüklenişine ve havaya yapılan silah atışlarına şahit olan savcı sarsılır. Ancak gerek yeni ve acemi olmasının gerekse sosyal yalıtılmışlık yaşamayı istememesinin etkisiyle bazı sorunlara başta tolerans gösterir. Zaman içinde belediye başkanı Selim ve oğlu Şahin’in başını çektiği şehrin ileri gelen erk sahipleriyle arasındaki uyuşmazlık artar. Savcı Emre, muhalif gazeteci Murat sayesinde şehirde ne dolapların döndüğünü anlamaya başlar. Küçük şehrin ciddi anlamda su ihtiyacı vardır. Belediye başkanı yüksek maliyeti bahane ederek bir ırmaktan elde etmesi gereken suyu yer altı su kaynaklarından elde etmeye çalışmaktadır. Ancak bu şekilde kuruyan yeraltı su kanalları yer yüzeyinde obruk adı verilen çökmelere neden olmakta, halkın güvenliği tehlikeye girmektedir. Diğer yandan Roman eğlence işçisi-dansçısı Pekmez ırza tecavüze uğrar. Olayın savcısı Emre bir süre sonra olayın sanığı durumuna düşme tehlikesiyle karşılaşır.

Savcı Emre sekülarizme dayanan aklın ve vicdanın simgesidir. Ev zihnin, fareler ise dinsel gericiliğin ideolojik simgesidir. Türkiye solunun konuşma dilinde “fare” dinsel gericilere gönderme yapar. Filmin ilgili sekansları seküler akıl ve vicdanın (Emre’nin evi) dinsel gericiliğin ideolojik saldırısı (fareler) altında olduğunun metaforik anlatımıdır.

Savcı Emre karakteri ideal bir akıl ve vicdan simgesi olarak resmedilmemiştir. Filmin başlarındaki yemek daveti sekansında sarhoş olacağını bilmesine rağmen rakı içmeye devam eder. Burada aklı devre dışı kalmıştır. Çünkü bu yeni şehirde bir insan olarak sosyalleşmeye de ihtiyacı vardır. Bu nedenle ısrarlara boyun eğer.

Savcı Emre gibi gazeteci Murat da aklın ve vicdanın sesidir. Ancak Emre’nin apolitik aklından farklı olarak Murat politik aklın ve cesaretin simgesidir. Murat siyasal olarak bir taraftır ve bu taraflılığını yerel muhalif gazetesindeki çalışmaları ile somutlamakta, yaşama geçirmektedir. Tezlerini belge ve raporlarla desteklemektedir. Bu bakımdan siyasi duruşu bir bilimsel yöntem olarak nesnel değerlendirmeye de dayanmaktadır. Bu bakımlardan Murat, Emre’den daha ileri bir evreyi simgeler. Emre’nin salt mesleki etik ve genel insani değerlere yaslanan aklı ve vicdanı, günümüzde kendisini ideolojik-siyasi bir tarafta görmeyip salt insani bir duruşun ve etik değerlerin yeterli olacağını sanan kentli orta sınıf muhalif tavrını simgelemektedir. Savcı Emre, Murat ile gelişen diyalogları süreci içinde sadece aydınlanmayacak aynı zamanda başta bocaladığı aklı ve vicdanını tutarlı bir çizgiye sokacak cesareti de geliştirecektir.

Burada simgesel okumaya ara verip imgesel okumaya geçelim. Gazeteci Murat bir gaydır. Yalnız bir karakterdir. Aklın, vicdanın ve cesaretin simgesi olsa da bir insan olarak duygusal yakınlık ve cinselliğini yaşama ihtiyacı vardır. Emre’ye ilgi duyar ve yakınlaşmaya çalışır. Böylece Murat’ın toplumsal yönünün dışında bireysel yönünü de görürüz. Tüm tablo filmin imgesel anlamda bir LGBT hakları savunusunu da içerdiği olarak yorumlanabilir.

 Gerici karakterler olarak belediye başkanı Selim ve oğlu Şahin’i görüyoruz. Belediye başkanının ad seçiminde şiddetin ve istilacı bir büyümenin tarihsel simgelerinden biri olarak Yavuz Sultan Selim kullanılmış olmalı. Oğlunun adı olan Şahin ise siyasi terminolojide esneklik göstermeyen, sertlik yanlısı gibi anlamlara geliyor. Kent halkının su sıkıntısı varken başkanın evinde bolluk vardır. Buradan da anlıyoruz ki mevkisini kişisel maddi çıkarları için kullanmaktadır. Maliyeti yüksek diye ırmaktan su getirme projesine yüz çevirmesinin nedeni de budur. Mali kaynaklar oraya giderse sömüreceği daha az şey kalacaktır.

Film boyunca yerel halktan Pekmez dışında kadın karakter göremiyoruz. Erkek egemen toplum düzeninde kadın toplumsal alanda adeta yoktur. Roman etnisite karakteri Pekmez ise cinselliği sömürülecek bir objedir. Üçüncü kez ırzına tecavüz edildiğini öğrendiğimiz Pekmez’e yerel halk hatta polis kayıtsızdır. Çünkü o bir insan değil cinsel objedir. Pekmez karakteri imgeselin dışında simgesel bir anlam da taşır.

Pekmez, halktan bir figürdür. Aynı zamanda dışlanan bir etnisitenin üyesidir. Pekmez’in ırzına geçilmesi emekçi halkın, ezilenlerin, dışlanan kesimlerin tecavüze uğramasıdır simgesel olarak. Bu tecavüzleri kimlerin yaptığı aslında gayet açıktır. Bu toplumun önemli tüm maddi ve kültürel değerlerine kimlerin el koyduğu veya dejenere ettiği de açıktır. Ancak üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Bu örtüyü kaldırıp gerçek failleri ortaya çıkarmak isteyenler, iktidarın güç ve yetkisi karşısında kendilerini sanık sandalyesinde bulmaktadırlar. Aynı savcı Emre’nin bir anda sanık durumuna düşme tehlikesi yaşaması gibi.  Filmde tecavüzü kimin veya kimlerin yaptığının “netleşmemesi”nin nedeni de budur. Semen örnekleri Ankara’da tahlil edilmiştir ve failler suçsuz bulunmuştur. Devletin yönetildiği kent olarak Ankara siyasal iktidarı temsil eder. Gerçek suçluları gizlemenin simgesidir Ankara.

Filmde kadın sorununa göndermeler olmakla birlikte kadın karakter idealizasyonu yapılmaz. Kentli ve yüksek öğrenimli bir karakter olarak kadın hakim bozuk düzene eklemlenmiş olarak görülür. Bu eklemlenme veya “uyum”un nedeni kişisel korku ve kaygılardır. Başka bir açıdan konformizmdir, pek çoklarımızda olduğu üzere. Emre ve Murat’ı farklı kılan ise anlamlı bir yaşam için konformizm alanını terk etmeleridir.

Filmin başlarında sokaklarda sürüklenen yaban domuzu sekansı dinsel yargıların şiddet ve linç kültürü ile birleştiğinde nasıl tehlikeli olabileceğini gösterir. Aynı linç kültürünü Pekmez’in evinin yakılmasında daha sonra ise Emre ve Murat’ın kaldığı eve yönelirken görüyoruz.

Yeraltındaki boşlukların üst duvarının göçmesi sonucunda yer yüzeyinin bir çukur olarak içeri göçmesine obruk deniyor. Yeraltı sularının yoğun olarak kullanılarak azalması da bunun nedenlerinden bir olarak gösteriliyor. 


 

Obruk, Kurak Günler filminde mezarı simgeliyor. Egemen sınıfların halkın maddi ve kültürel değerlerini sömürmesi, sömürülen insanların yaşarken ölmesidir. Obruk aynı zamanda bir deliktir. Türkçede "Cebi delik" deyimi parasız pulsuz kalmak anlamına geliyor. Paranın saltanatını sürdüğü bir düzende parasız kalmak adeta ölmektir. Obruk, filmde bu anlamdaki mezarın simgesidir.

Filmin final sekansında kovalayan grup gericiliği, kovalanan Emre ve Murat ilericiliği simgeler. Kovalayan gruptakilerin yüz ifadelerindeki gerçek dışılık kovalamanın simgesel anlamda yapıldığının işaretidir. Kovalama metaforu ilerici kesimlerin üzerindeki soruşturma, hapis, işten çıkarma, dışlama gibi baskıları simgelemektedir. Kovalayan grup öncekilerden çok daha büyük bir obrukla karşılaşınca durmak zorunda kalır. Burada gene simgesel anlatımın olduğu açıktır, kovalamaca obruğun kenarından koşarak devam edebilirdi. Ancak simgesel anlamda egemen gerici güçlerin kendi yarattıkları obruk bu sefer önlerine engel olarak çıkmıştır. Burada Marx ve Engels'in 1848'de yayınladıkları Komünist Manifesto'dan esinlenildiğini sanıyorum:

"Burjuvazi her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor."

İşte obrukların nedeni olan egemen sınıflar bu deliği aça aça kendi mezar kazıcılarını üretmiştir. Yarattıkları işsizlik, yoksulluk, pahalılık gibi nedenlerle halkın cebinde açılan delik ve diğer çöküntüler er veya geç bir isyanı, devrimi tetikleyecektir. Emre ve Murat kaçmayı bırakmış gericilerin mezarını kazmıştır. Cesurca bir ifadeyle, omuzları dik, yüzleri gericilere dönük, mücadeleye hazır olarak beklemektedirler.

Filmin görüntülerini başarılı buldum. Özellikle finaldeki kovalama sekansında el fenerlerinin yerdeki yansımalarının yukarıdan kamera açısıyla gösterilen ışık oyunlarından çok etkilendim.

Başarılı senaryo ve yönetmenlik, yeterli oyunculuk, iyi görüntüler filme damgasını vurmuş görünüyor.

Filmin final sahnesinde inançla beslenen bir umuda yönelik gönderim filmin bir distopya olmasını engellemiş. Tüm sorunlara rağmen kendimize güveniyoruz, mücadeleye hazırız mesajı filmden buruk değil umutla çıkmanın yolunu açık bırakıyor. Ayrıca pek çok toplumsal gerçekçi ve drama filminde sorunlardan adeta boğulan baş karakterler için aşk bir sığınak olurken Kurak Günler klişe bir aşk finalizasyonundan kaçınmayı başarmış. Filmde özgün bir son gerçekleştirilmiş.

 

31 Ocak 2021

Kişisel Gelişim ve Birlikte Gelişim

Kişisel gelişim derken kendi başımıza ve/veya bu konudaki kitap, video, panel, sempozyum gibi araç ve etkinlikler yardımıyla gelişim anlayışını kast ediyoruz. Psikoterapi, kişisel gelişime hizmet etmekle birlikte diğer bir insanın da özne olarak bizimle etkileşimde bulunması nedeniyle “kişisel gelişim” olarak tanımlanmasının doğru olamayacağını düşünüyorum. "Birlikte gelişim", arkadaşlarımızla, dostlarımızla ve diğer yakın insanlarla iletişim halindeki bir gelişim anlamına gelir. Psikoterapi bu anlama gelse de profesyonel anlam taşıdığı için ayrı tutuyorum.

Kişisel gelişim öğretileri ve bu öğretilere yönelik kitap ve etkinlikler son birkaç on yıldır ülkemizde büyük bir ivmeyle artıyor. Bu artış bir anlamda iyi gibi görünürken diğer yandan hangilerinin seçilmesi gerektiği ile ilgili bir sorunu ortaya çıkartıyor. Pek çok “kişisel gelişim” kitabı okuyucuya deyim yerindeyse “gaz vermek” dışında işlev görmüyor.
 
Seçim yaparken çok satanları göz önünde bulundurmak anlaşılır bir durum olsa da doğru seçim anlamına gelmiyor. İnsanlar kitle halinde aldatıcı bir yönelime de girmiş olabiliyorlar. Bu sebeple tercih ettiğim ve önerdiğim yöntem kitabın psikoloji/psikiyatri ekolleri bağlamında olmasıdır. Yazarın kısa özgeçmişini de inceliyorum sıklıkla. Yayınevine bakıyorum. Metis, Psikonet, Encore, OkuyanUs, Litera yayınları beğendiklerim arasında. Ancak illa ki bu yayınevleri olması gerekmiyor. Ama örneğin Metis'den çıkan üst düzeyde olduğunu biliyorum. Özetle bu gibi kriterlerden yola çıkıp gerekirse internet üzerinden okuyucu yorumlarını da inceleyip (1001kitap, kitapyurdu gibi) karar veriyorum. Bu konuda ne aradığınıza bağlı olmakla birlikte genel anlamda kişisel gelişimi destekleyeceğini düşündüğüm çeşitli önerilerimi yazımın en altında sunuyorum.
 
Peki bu kitaplarda veya videolarda anlatılanları öğrenmek kişisel gelişim için yeterli midir?
 
Buna yanıtım hayır. Tüm bunların kişisel gelişime yol açabilmesi için aşağıdaki gelişim evrelerinden geçmemiz gerektiğini düşünüyorum:
 
1) Bilişsel evre: İhtiyaç hissettiğimiz konuda doğru kitap, video vb. kaynakları bulmak, okumak, izlemek, anlamak ve yorumlamak anlamına gelir. Düşünsel anlamda farkındalık ve öğrenme de diyebiliriz.
 
2) Deneyimsel farkındalık: Düşünsel farkındalığa davranışsal ve duygusal farkındalığın da eklendiği evredir. Bir duygu, düşünce ve davranış kalıbını gerçekleştirdiğimiz veya gerçekleştirmek üzere olduğumuzda yaşadığımız farkındalıktır. Yani örneğin kitapta okuduğumuzu, o an ki deneyimimizle bağlantısını kuruyoruzdur. Ancak henüz değişim başlamamış olabilir. Farkında olduğumuz halde eski kalıplar sürüyor olabilir, engelleyemiyor veya engellemek istemiyor olabiliriz.
 
3) Olgusal değişim: Önceki evrelerde düşünsel, duygusal ve davranışsal farkındalıktan bahsetmiştik. Bunların belli bir yaşam pratiğinde başka bir deyimle bir olguda değişime dönüşebilmesi için beli bir moral/motivasyona ihtiyacımız var. Günlük dilde söylersek enerjiye ihtiyacımız var (duygusal veya bedensel). Sadece farkındalıklar yetmez. Gerekli enerji yaşama arzusu ve yaşama sevincindedir en başta. Bunun içinse yaşamınızı anlamlı kılacak kişi, kişiler veya değerler, idealler olması gerekir.
 
4) İçselleştirilmiş değişim: Olgusal değişimler tam değişim anlamına gelmeyebilir. Bir gün bir olguda değişimi başarabiliyor iken ertesi gün aynı durumda bunu başaramayabiliriz. Bunun için tekil değişim başarılarının pek çok kez tekrar ederek içselleşmesi gerekebilir. Diğer deyimle özümsememiz gerekir. Ne kadar tekrar etmek gerektiği ise kişinin sorununun niteliği ve şiddeti gibi bazı kriterlere bağlı olarak değişebilir.
 
Tüm çabalarınıza ve çok sayıda denemenize rağmen birinci veya ikinci evreden ileri gidemiyorsanız çok büyük ihtimalle bilinçdışı alanınızda bir veya daha fazla engel vardır. Bu durumda derin çalışmak daha doğru bir deyişle psikodinamik çalışmak gerekir. Daha yaygın şekilde bilinen adıyla psikanaliz çalışmak gerekir. Ancak tek başınıza psikodinamik çalışmak ve farkındalık sağlamak çok zordur. Hem çok bilgi gerekir hem de çok iyi davranışsal ve duygusal içgözlem, herşeye rağmen nesnel olabilme becerisi, “Ben savunması” dediğimiz zırhlarımızı aşabilecek beceriler geliştirmemiz gerekir. Kendi gerçeklerimizle yüzleşebilme cesareti gerekir. Bunları başarabilsek de genellikle aylar, yıllar süren uzun bir süreci göze almak gerekebilir. Bu zorlukları nedeniyle psikodinamik alanında yetkin bir klinik psikolog/psikiyatriste gitmek iyi bir fikir olabilir. Her klinik psikolog/psikiyatristin psikodinamik çalışmadığını da göz önünde bulundurarak seçim yapmamız gerekebilir. 
 
Konunun kişilerarası ilişkiler yönüne de değinelim. Yani birlikte gelişime. Tek başına yani kişisel gelişim bir yere kadar olabilir. Kişisel gelişim, kişilerarası ilişkiye dayanan bir gelişimle birlikte olduğunda asıl anlamını ve etkinliğini sağlayabilir. Bu konuda nasıl bir yol izleyebiliriz?

Birincisi yakınımızda bulunan anaç veya babacan karakterde olup yaşam bilgi ve deneyimi bizden yüksek, olgun insanlarla mümkün olduğunca yakınlaşabilmek. Bu şekilde onların duygusal dünyasının zenginliklerinden faydalanmak. Böyle insanlar bulmak kolay değil içinde yaşadığımız toplumsal ortamda. Ancak bulursak da kaçırmamaya çalışmamız gerekir. Diğer yandan kaçırmamaya çalışacağız diye söz konusu kişiye yapışıp bezdirmemek de gerekir. Böyle bir durumda faydalanmak bir yana zar zor bulduğumuz bu kişinin bizden uzaklaşma ihtimali yüksek olabilecektir. Orta ayar bir yakınlaşma yani yavaş yavaş, güvenini kazanmaya çalışarak ve onun bize verdiğiyle yetinen bir çizgide durmayı başarabilmemiz gerekir. Olur da bunu başarabilirsek onun deyim yerindeyse pozitif enerjinin bir kısmı bize yansıyacak ve kendimizi iyileştirmemizde işe yarayacaktır. Tabii burada karşımızdaki kişiyi kendi amacımızı gerçekleştirmemizi sağlayacak bir nesneye indirgemeyi kast etmiyorum. İnsan ilişkisi kuruyoruz. Bu ilişki karşımızdaki için de bir anlam ifade etmeli. Yoksa durum bir sömürme ilişkisine meyleder ve zaten bu şekilde umduğumuzu da bulamayız.
 
Çevremizde böyle bir karakter göremiyorsak kendi kişilik gelişimi aşamamıza yakın ve özellikle bizim gibi farkındalıkları oluşmaya başlamış ama çözüm aşamasında henüz yeterli ilerlemeyi sağlayamamış olsa da bunun çabasında olduğunu sezdiğimiz bir arkadaşımız olabilir. Karşılıklı olarak bu arayışlarınızı sezerseniz birbirinizi iyileştirici, geliştirici bir arkadaşlığa yönelebilirsiniz. Ancak böyle bir ilişkinin çetrefilli olma ihtimali yüksektir. Çünkü her ne kadar birbirinize destekleyici, iyileştirici bir iletişim kurmaya çalışsanız da bunun yanında az gelişmiş ve hasarlı benlik kısımlarınızın karşı karşıya gelmesi de yüksek bir ihtimaldir. Örneğin farkında olmadan birbirinizin damarlarına basarsınız. Normal bir söz saldırı gibi algılanıp diğer tarafın karşı-saldırısına veya ilişkiyi sonlandırmasına neden olabilir. Bu sorunu aşabilmek içinse her iki tarafın da son derece yüksek moral-motivasyonla ilişkiye başlaması gerekir. Aksi takdirde yaşanma olasılığı yüksek sorunlar karşısında ilişki sonlanır. Hatta bu yeni travma sebebiyle psikolojiniz daha da kötüye gidebilir. Ancak bazen bu tür riskleri göze almak gerekir. Elbette kör risklere girerek değil, sezgilerimizin yol göstericiliğine güvenen ama bunun riski sıfırlamadığını da gözeterek.
 
Bir aşk ilişkisi içinde kendimizi onarabilmek genellikle en kötü seçenektir. Sıklıkla onarmak şöyle dursun başta ışıltılı bir çekiciliği olsa da bir süre sonra o ışıltı sönüp yeni bir duygusal travmayla bizi daha kötüye götürebilir. Bunun nedeni aşkta karşımızdakini olduğundan daha iyi görmemiz, olumsuz yanlarına gözümüzü kapamamızdan dolayı gerçekliklere dayanmamasındandır. Onu böyle görmemizin altında ise kendimizdeki derin ruhsal hasar vardır. Karşımızdakinden bunu da tamir etmesini bekleriz, bilinçli olmasa da bilinçdışımızdan. Genellikle sevgiye olan açlığımızdan dolayı karşımızdakinin de sevgiye aç olduğunu fark edemeyiz. O da kendisinin iyileştirilip geliştirilme ihtiyacındadır ama kendi önceliğimizden dolayı bunu sıklıkla kaçırırız veya zaten vermeyecek durumdayızdır. Sonuçta ya çatışma yaşanır ya da hayal kırıklığı. Tüm bunlara rağmen böyle bir aşkın gerçeklere dayanan yani birbirinin tüm gerçeklerini görmeye dayanan karşılıklı bir sevgiye dönüşebilme ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerekir. Böyle bir dönüşüm geçirebilirse aşk da elbette bizi iyileştirici, geliştirici bir nitelik kazanabilir.
 
Diğer insanlardan kendimizi yalıttığımız, içe dönük bir kişisel gelişim mümkün değil. Dış dünyayı riskli görsek de aşama aşama dış dünya ile ilişkiye girmek ve yaşanabilecek olumsuzlukları birer öğrenmeye çevirebilmek önemli. Bu şekilde düşe kalka öğrenmek de kişisel gelişimin kaçınılmaz bir parçasıdır sıklıkla. Acısız, zahmetsiz bir kişisel gelişim yok!
 
Kişisel gelişim konusunda sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve sanatla uğraşmanın hafif sorunlarda işe yaradığını düşünüyorum. Ancak orta ve ağır duygusal sorunlarda sadece destekleyici başka bir deyimle ikincil önemde olduğu fikrindeyim. Hatta böyle durumlarda (orta ve ağır düzeyde sorunlarda) gerçek sorundan kaçma şeklinde bir “ben savunması” şeklinde de yaşanıyor olabileceği göz önünde bulundurulmalı.
 
Konunun bir diğer önemli olan yönü kişi olarak sadece yakın çevremizden ve bu ilişkiler bağlamından ibaret değiliz. İçinde bulunduğumuz ülkenin hatta dünyanın sosyoekonomik, politik, ideolojik ve kültürel matrisi içinde yaşıyoruz. Tüm bunlar bizim en özel yaşam alanlarımıza ve psikolojimize bir şekilde yansıyor. Böyle bir toplumsal matriste yeterli derecede olumlu değişimler gerçekleşmeden iyileşmemizin ne derecede olacağını ya da ne kadar zaman alacağını da düşünmemizde fayda var. En iyisi gücümüz yettiğince böyle bir mücadele verenlere omuz vermemiz, birlikte olmamız, dayanışmamız. Hem bize hem onlara iyi gelecek, güzel bir dünyayı birlikte kurmaya çalışmanın adanmışlığı yaşamımıza daha bir anlam verecektir.
 
Son olarak, bir yakınınıza sorunları nedeniyle kişisel gelişim kitapları veya kanalları önermeyi düşünüyorsanız öncelikle böyle bir çözüm arayışına yönelip yönelmediğini anlamaya çalışın. Özellikle yeni duygusal travma yaşamış veya akut evrede bir kişi bunlara hazır olmayabilir. Hatta durumu daha da kötüleşebilir. Kendisinde fark ettiğinden daha fazla sorunları olduğunu keşfedebilir ve daha da dibe gidebilir. Sorunları ve çözümün fikrini görebilir ama çözebilecek, yüzleşecek enerjisi olmayabilir. Önce bunu değerlendirin.
 
Daha da önemlisi bazen bir kişinin gözlerine bakarak içten şekilde gülümsemek veya elini tutmak ya da samimi ve anlamlı sözler söylemek en iyi kişisel gelişim kitabı önerinizden daha anlamlı olabilir.
 
Güzel ve anlamlı günler sizin olsun. Dostluk ve dayanışma içinde.

***

Önerdiğim kişisel gelişim kitapları:
 
Genel çerçevede:
-Hayatı Yeniden Keşfedin, Psikonet Yayınları (Jeffrey E. Young , Janet Klosko)
-İyi Hissetmek, Psikonet Yayınları (David Burns)
-Mod Terapisi: Diğer Yollardan Gitmek, Psikonet Yayınları (Laura Seebauer , van Genderen , Gitta Jacob)
-Bağlanma, Aganta Kitap (Amir Levine , Rachel Heller)
-Geştalt Terapi, Altınordu Yayınları (Ceylan Daş)
 
Obsesif Kompulsif Bozukluklar:
-Obsesif-Kompulsif Bozukluk, Nobel Yaşam (Charles H. Eliot)
-Obsesif Kompulsif Bozukluk, Kuraldışı Yayınları (David Veale)
 
Narsisistik bozukluk:
-Sevemez Kimse beni Benden Başka, Pusula Yayınları (Cem Keçe)
 
Borderline bozukluk:
-Senden Nefret Ediyorum Ne Olur Beni Terk Etme, Pusula Yayınları (Cem Keçe)
 
Şizoid bozukluk:
-Şizoid Görüngü, Nesne İlişkileri ve Kendilik, Metis Yayınları (Harry Guntrip)
 
Kişisel gelişim üzerine Youtube kanalları:
 
1) Psikolog Tulay Kok
2) Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen
3) AçıkBeyin
4) Beyhan Budak

06 Ocak 2021

Aşk, Sevgi ve Yalnızlık

"Bir aşkın çok coşkulu ve tutkulu başlaması tarafların birbirini ne kadar çok sevdiğinin değil daha evvel ne kadar çok yalnızlık çektiklerinin göstergesidir" (Erich Fromm).

Erich Fromm’un söylediklerinden yola çıkarsak tarafların bir süre sonra birbirlerinin yalnızlık yaralarını sarmalarından dolayı aşkın da sönümleneceği sonucuna varabiliriz. Burada sönümlenme iyi olan bir şeyin kötüye doğru gidişi değil abartılı olanın normal hale dönüşünü ifade eder. Dolayısıyla şu an aşık olanların üzülmelerini gerektirecek bir şey yok aslında. Daha önce tarafları aşkın coşkusu ve tutkusu bir arada tutarken artık sadece kişiliklerinin gelişmişlikleri düzeyinde üretebildikleri sevgi bir arada tutabilir.
Taraflar veya taraflardan biri böyle bir sevgi gösteremeyecek düzeyde kişilik zaaflarına sahipse ortaya çok çeşitli sorunlar çıkabilir:
 
Kıskançlık baş gösterebilir. Kıskançlık sevgilinin ne kadar çok sevildiğinin değil o giderse çok derin bir yalnızlığa düşüleceğinin ve bununla baş edemeyeceğini hisssetmenin ifadesidir. Kişi, kişilik özellikleriyle sağlayamadığı sadakati öfke ve tehdit ile sağlamaya çalışır.
 
Taraflar veya taraflardan biri yeni bir aşkın peşine düşebilir. Kişilik yeterli sevgi üretemediğinde aşkın coşkusunun peşine takılınır. Ama her aşk aynı sönümlenme süreci göstereceği için kişi hiçbir zaman arzuladığı aşkı bulamaz. Dolayısıyla kişi bir süre sonra yorgun düşerek yeni arayışlardan da vazgeçer ve kabuğuna çekilir, depresyona sürüklenir.
 
Farklı varyasyonlar çizilip liste uzatılabilir.
 
Peki çözüm?
 
Aşkın sönümleneceğini ve asıl olanın olgun sevgi olduğu gerçeğini kabul etmek gerekiyor. Bu gerçekleri kabullenmek istemiyorsak zor da olsa bir iç gözlem yapıp derin yalnızlığın nerelerden kaynaklandığının farkına varmakla başlamak gerekiyor sanırım.

12 Eylül 2020

Borderline Kişilik Bozukluğu

Bu yazımın konunun profesyoneli tarafından yazılmadığı, sadece kişisel araştırmalarım ve gözlemlerime dayalı amatör bir çalışma olduğunu baştan belirtmeliyim. Bu sebeple konu sizin için şayet çok önemliyse uzmanların ifadelerini esas almanızda fayda olduğunu da eklemeliyim.

Bununla birlikte konuyla ilgili burada yazdıklarım sadece kitaplardan edindiklerimden oluşmuyor. Yaşamım boyunca çeşitli dönemlerde yakın çevremde borderline sorunu olan üç insan bulundu. Onlarla yaptığım konuşmaları ve gözlemlerimi teorik bilgilerimle harmanlayarak vermeye çalışacağım.

Diğer yandan burada ortalama bir borderline profilini, henüz farkındalığı gelişmemiş ve değişim çabasına girmemiş borderlineları ele alacağımı da belirteyim. Her insan farklı ve özgün olduğu gibi her borderline profili diğerinden farklılıklar gösterebilir. Bu anlamda yalın borderline profili anlatımı da diyebiliriz yazdıklarıma. 

Borderline adı verilen kişilik bozukluğunun dışarıdan en çok gözlenen özellikleri çalkantılı bir yaşam, ani ve uçta duygu-davranış değişiklikleri, öfke patlamaları. Bu sebeple halk arasında sıkça “dengesiz” olarak anılıyorlar. Borderline Kişilik Bozukluğu’nun toplumdaki yaygınlığı % 2 civarında gösteriliyor. Bence yüksek bir oran ve bu sebeple tanıyıp anlamakta fayda olabilir. Önce bilimsel kriterlere bakalım.

Otorite kabul edilen DSM 5 sınıflandırmasına göre borderline tanısı koyabilmek için erken ergenliğin başından itibaren birçok bağlamda kendini gösteren aşağıdaki 9 kriterden 5’inin ya da daha fazlasının varlığı gereklidir:

1) Terk edilmekten kaçınmak için çılgınca çaba gösterme

2) Gözünde aşırı büyütme ve yerin dibine sokma uçları arasında giden, tutarsız ve gergin kişiler arası ilişkiler

3) Kimlik karmaşası

4) Kendine kötülüğü dokunacak en az iki dürtüsellik (para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, güvensiz araç kullanma vb.) 

03 Eylül 2020

Özgürlük ve Bağlanma

Özgürlük ve bağlanma kavramları günümüzün postmodern topluluklarında sıklıkla birbirine zıt ve uyuşmaz olarak algılanır. Bu sebeple günümüz insanı sıklıkla bağlanmaktan kaçınıp özgürlük sandığı yere sığınır.

Bunu Beethoven’ın 5. Senfonisini çalmak üzere bir araya gelen bir klasik batı müziği orkestrası metaforuyla anlatmaya çalışacağım. Yirmiye yakın çalgı çeşidi vardır böyle bir orkestrada. Her bir çalgıcı özgürüm diye kendi kafasına göre bir şey çalarsa diğerleriyle bağlantısı kopar. Ortaya anlamlı bir müzik çıkmaz. Bu durum postmodern dünya anlayışındaki günümüz bireyinin metaforik anlatımıdır. Bağlanmamayı özgürlük sanmak. Oysa çalgıcı şefe bağlanırsa yani şefin komutlarıyla uyumlu dolayısıyla diğerleriyle uyumlu çalarsa ortaya muhteşem bir eser çıkabilecektir. Burada muhtemelen pek çoğunuzun aklına ya metafordaki şef gerçeklikte bir diktatöre atıfta bulunuyorsa sorusu gelebilir. Ancak metaforumuzda Beethoven’ın 5. Senfonisi üzerine hep birlikte çalışan bir orkestradan bahsediyoruz. Yani dünya çapında ün kazanmış bir beste üzerinde mutabakat sağlanmış. Şefin de çalgıcıların da amacı bu besteyi hayata geçirmek. Şefin amacı çalgıcının amacından farklı değil, sadece görev yeri farklı. Çalgıcının şefin komutlarına uyması ve diğerleriyle uyumlu çalması onun özgürlüğüne zarar vermez. Hep beraber aynı parça çalınıyor olsa da kişi kendi özel yeteneklerini sergileyebilir. Birey hem bireyselliğini yaşar hem de toplumsallığını. Bu sebeple her toplumsal aidiyetlik kişisel özgürlüğün karşısında konumlandırılamaz. Bu ikili özel ilişkiler bağlamında da geçerlidir. Birisine bağlanmak özgürleşmenin karşıtı değildir. Yaratmayı düşündüğünüz yaşamdır belirleyici olan. Ya da bir düşünce sistemine veya örgütlenmeye katılmak da özgürlükten vazgeçmek olarak yorumlanamaz. Hangi amaç ve ilkeler çerçevesinde bağlandığınızdır belirleyici olan. Kuşkusuz her metafor bir konuyu hele böyle soyut yönleri olan konuyu tüm yönleriyle açıklayamaz. Bu metaforumda da denk gelmeyen yerler olacaktır mutlaka. Ama sanırım anlaşılacağı üzere postmodern bireyin özgürlük ve diğerlerine bağlanma anlayışındaki hataları göstermeye çalıştım.

Postmodern birey esere değil kendisine odaklanmıştır ve orada takılı kalmıştır. Kendi başınalığını özgürlük sanar. Diğerleriyle uyumlu ortak bir amaç (eser) çekici gelmez. Çünkü bir orkestranın bir besteyi hayata geçirebilmesi çok çalışmayı, çok zahmeti ama özellikle zaman zaman eleştirilmeyi ve kırılmayı, üzülmeyi göze almayı gerektirir.

Peki tüm bu zahmetlere ve risklere değmez mi?

30 Ağustos 2020

Film Okuması: 2001 Uzay Macerası (2001 A Space Odyssey)

Yönetmen Stanley Kubrick’in 1968 yılı yapımı olan “2001 Bir Uzay Macerası” adlı film liberal batı dünyasının önemli filmleri arasında sayılıyor. Senaryosunu yazar Arthur C. Clarke ile birlikte yazan Kubrick’in bu bilim-kurgu filmi dönemi için oldukça gelişmiş sayılabilen görsel efektleri ile filmin tek Oscar ödülünü almış. Devam etmeden evvel yazının spoiler içerdiğini belirtelim.

Film girişinde insan türünün atalarının aleti keşfetmesi ile başlıyor ve tekil insanın Nietzsche’nin “yıldız çocuk” deyimiyle atıfta bulunduğu üst insana (übermensch) dönüşmesiyle sonlanıyor. Böylece film insanlığın nereden nereye gittiği ve nasıl gittiği ya da gitmesi gerektiğine dair dolaylı ve dolaysız felsefi, toplumsal, ekonomik belirlemelerde bulunuyor. Bu belirlemelerin neler olduğu, hangi temellere dayandığı, doğruluk ve gerçeklik paylarının ne olduğu, nasıl bir gelecek tasarımında bulunulduğu üzerinde duralım.

29 Temmuz 2020

Simgesel Büyük Ötekinin Kaybı

Jacques Lacan'ın iki önemli kavramı "Simgesel büyük öteki" ve "Simgesel küçük öteki". Bunlarla ne demek istemiştir Lacan?

Simgesel büyük ötekinin anlamı bizim için rol modeli olanlar, ebeveynler, psikoterapistler, liderler, aydınlar, ideolojiler vb.

Simgesel küçük ötekinin anlamı ise bizim gibi olanlar yani arkadaşlarımız, komşularımız, tanışlarımız vb.

Günümüzün en büyük sorununu Lacancı terimlerle açıklarsak insanların simgesel büyük ötekini kaybetmesi veya bulamaması diyebiliriz kanımca. Simgesel büyük öteki neydi? Özetle bizim için rehber, yol gösterici olabilecek olanlardı. Bunları kaybeden, rehbersiz kalan, rehbersiz kaldığı için de kendisine anlamlı yaşam çizmekte zorlanan insanlığın bu boşluğu doldurma veya dolduramama çabalarının dramatik hallerini görüyoruz:

-Benlik şişinmesi veya narsisizm (ben çok güçlüyüm, çok güzelim)
-Depresyon (artık ümit yok)
-Saplantılı bağlanma veya fanatizm (bağlanacak bir şey buldum, onu bırakmayacağım)
-Dürtüsellik veya hazcılık (eğlenip kendimi unutacak bir şeyler buldum)
-Paranoya (bu kötü dünyadan korunmalıyım)
-İçe dönme (insanlardan umudum kalmadı)
-Histeri (bana bakın, ilgi çekiciyim)
-Delirme (gerçeklerle başa çıkamıyorum, hayali dünya yaratmalıyım)

Hepsinin ortak özelliği toplumsal yaşam içinde kendini anlamlı bir şekilde konumlandıramamak. Bunun sonucundaysa parçası olamadığın insanları hor görmek, içlerinden birine yapışarak diğerlerini dışlamak, içe dönmek ya da hayali bir benlik imajı yaratıp ona tutunmaya çalışmak gibi seçenekler dışında seçenek görülememesi. Görülemiyor çünkü rehber kaybedildi, ret edildi veya ona inanılamadı. "Benim rehbere ihtiyacım yok" şeklinde benlik şişinmesi geliştirildi. Var olan toplumsal düzense bu şişinmeyi destekledi veya kendi simgesel büyük ötekileri öne sürdü.

Tüm bu ve benzeri sorunların çözümü için simgesel büyük ötekinin ne anlama geldiği ve hangi simgesel büyük ötekilerin anlamlı olabileceği sorusuna yanıt aramak büyük önem taşıyor.