21 Temmuz 2018

Gelir Dağılımı ve Bencilleşme Üzerine bir Deneme

Çalışan kesimler içindeki pek çok iş kollunda statüler arasında büyük gelir uçurumları mevcut. En düşük ücret alanları genellikle işçiler ve taşeron işçiler oluşturuyor. Böyle bir işe bile zorla girmişler. Ellerindekini de kaçırmak istemiyorlar. Bir de işsiz kalmak var diyorlar. Yani ölümü görüp sıtmaya razılar. Bu sebeple sesleri çıkmıyor. Yüksek ücret alan işin yükü bende diyor. Diğer sektörlerde benzeri işi yapıp daha da yüksek ücret alanları gösteriyor. İki uç arasında bu konunun gündeme gelmesi var olan konjonktürde mümkün değil. Tam bir kilitlenme pozisyonu. Çünkü çalışanları bir araya getirebilecek ölçüde güçlü toplumsal değerler, ilkeler ve idealler çok zayıf durumda. Bu durumda her birey veya grupçuk kendini kurtarmak için debelenmekte.


Bu gelir uçurumu içinde altta yer alan üstlere doğru tırmanma umudunu kaybettiğinde ve üstte yer alanın durumu sarsıldığında içten içe "Oh olsun!" diyor. Son örneğini evvelki hafta Devlet Tiyatroları örneğinde gördük. Hep beraber refaha ulaşma ümidini göremeyen hep beraber fakirleşmeden gizli veya açık haz alır duruma geliyor. Sonuç: Çalışanların birbirine yabancılaşmasının ve soğumasının daha da artması oluyor. Bunun sebebi kanımca günümüzde ortak ideallere büyük çoğunluğun burun kıvırmasından kaynaklı. İçinde bulunduğumuz neoliberal dünya bizlere ortak idealler peşinde değil bireysel idealler peşinde koş diyor: Güzel bir tatil, güzel bir ev veya otomobil veya bireysel mutluluklar mesela iyi bir eş veya arkadaş senin mutluluğun için yeterli olmalı diyor. İdeallerin sadece bireysel olduğu, toplumsal olmadığı bir konjonktürde ise geniş bir dayanışma ve birliktelik sağlanamıyor.

Çözüm yolunu somutlamadan önce, benzetmek gerekirse, yola asfalt dökmeden evvel zemini inceleyip ne gibi gevşekliklerin veya başka sorunların olduğunu tespit etmek gerekir ki asfalt sağlam ve kalıcı olsun. Daha da önemlisi bu yola asfalt dökmeden evvel nereye götüreceğini anlatmak gerekir. Vardıracağı yer bir gerçeklik mi yoksa hayali bir yer mi, bir serap mı? Bunları aşmadan yolu somutlasanız da o yolu kullanan olmayacaktır.

Bu bağlamda zemin etüdü açısından, konumuz olan emekçiler arasındaki gelir uçurumunda tarafların pozisyonuna tekrar bir göz atalım. Gelir piramidinin üstlerinde yer alan emekçiler hakça gelir dağılımı konusuna alerjik tepki gösteriyorlar sıklıkla. Bunun sebebi hakça gelir dağılımının kendi aleyhlerinde sonuçları olacağına duydukları sarsılmaz inanç. “Benden alıp onlara verecekler” diye düşünüyorlar. Buna çok şaşırmamak gerekiyor çünkü toplumun her alanı piyasa kurallarına göre işlediği için yani arz-talep “dengesi” üzerine kurulu olduğu için ve bu piyasada kim daha çok güçlüyse o üste çıkacağı için böyle bir algı çarpıklığı göstermeleri anlaşılır bir durum. Ancak anlaşılır olmak farklı, haklı olmak farklı bir durum. Ülkemiz her vatandaşının insanca yaşayabileceği yeraltı, yerüstü ve insan kaynaklarına sahip dolayısıyla hep beraber refah ve mutluluk mümkün. Bu mümkünatı görmemek/kabul etmemek sadece kendini kurtarma çabasına dolayısıyla da bencilliğe yönelttiğine dikkat çekmek gerekli.

Aslında piramidin altı da çok farklı değil. Düşük gelirli kesimlerin büyük bölümü hep beraber bir kurtuluş için çaba göstermek yerine piramidin üstüne bir şekilde tırmanabilme fırsatlarını beklemekte. Bu fırsatı yakalayıp yukarı çıktığında ise alttakiler unutma eğiliminde. Yani piramidin altında da üstünde de bencilleştirilmiş insanlar yaygın durumda. “Bencilleşmiş” yerine “bencilleştirilmiş” sözcüğünü özellikle seçtim. Çünkü insanlar kötü olduğu için bencilleşmiyor bencilleştirildiği için kötü oluyor. Peki kimler bencilleştiriyor? Yanıtı kanımca gayet açık: Dünya nüfusunun %1’ini oluşturan ama dünya gelirinin yarısına yakınını elinde bulunduran egemenler tarafından. Bu “mutlu” azınlık gelir dağılımındaki bu adaletsizliği meşrulaştırmak için bu uçurumun doğal ve normal olduğu inancını toplumlara geniş ölçüde inandırmış durumda. Buna inandırmak zorundaki insanlar bu duruma isyan etmesin ve normal/doğal olarak görsün. Bu inancı yaymak için ellerinde bulunan medyayı, sinemayı, eğitim sistemini ve en başta ekonomik düzeni buna uygun olarak kullanıyor. Hep beraber, topluca refaha ve mutluluğa ulaşmanın bir hayalden ibaret olduğu algısını yerleştirmeye çalışıyorlar. Çalışanlar içinde hep birlikte refaha ulaşma ümidini kırdıklarında bunun sonucu daha önce belirttiğim gibi her bireyin veya grupçuğun kendini kurtarma çabasına yönelmesi oluyor. Bu şekilde çalışan kesimler ve halk bölünüp parçalandığında karşılarında güçlü bir itiraz yükselemiyor. Buraya kadar eğer tamamsa hemen hepimizin mutabık kaldığı bir tespit olan “insanlar artık çok bencilleşti” belirlemesinin nedenini ortaya çıkarmış oluyoruz: İnsanlar kötü olduğu için bencilleşmedi, başka bir çıkış yolu göremedikleri için daha doğrusu aslında var olan çıkış yolu gözlerden saklandığı için bencilleşti. Dolayısıyla çözüm için ihtiyaç duyduğumuz perspektife şimdi biraz daha yaklaşmış olduk. Bencilleşme her ne kadar bir ahlak sorunu gibi görünse de özünde ahlaki bir sorun değil. Sosyo-ekonomik koşulların dayatması sonucu oluşan bir sorun. O halde bu dayatma ortadan kaldırılırsa o da ortadan kalkacak! Eğer bencilleşmeyi sadece nihai noktada gözlemler ve bir ahlak sorununa indirger isek bu sorunları çözmek bir yana sorunu daha da ağırlaştıracaktır. Çünkü kimse ahlaksız olarak nitelenmek istemez. Bu tür yaftalar çalışanlar arasındaki çatışmayı daha da arttıracaktır.

Bu yolda aşmamız gereken, bozmamız gereken bazı ezberler var. Örneğin “insan bencildir” inancı egemenler tarafından maalesef halkın büyük kısmına benimsetilmiş bir yanlıştır. İnsanın doğuştan veya genetik olarak bencil olduğu iddiası var olan çarpık düzeni meşrulaştırmak için öne sürülmüştür. İnsanda doğuştan ve genetik kökenli bir “ben” duygusu ve bilinci vardır ama “bencillik” durumu toplumsal koşullara göre sonradan oluşur veya oluşmaz. Her benliğin kendi maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması bencillik değildir. Ancak kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken diğer insanları ihmal etmesi ve sadece kendi ihtiyaçlarına odaklanması bencilliktir.

Bencilce çıkış yolu aramak dışında bir de hep beraber çıkış yolu olduğuna inanır ve çevremizi inandırabilir, gösterebilirsek insanlar da yavaş yavaş da olsa bencillikten vaz geçeceklerdir. Peki bu kolay mı? Değil, elbette zor ama imkânsız da değil. “Zor” demek farklı “imkânsız” demek farklı. Biz birinciyi tercih edelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder