Yönetmen Stanley Kubrick’in 1968 yılı yapımı olan “2001 Bir Uzay Macerası” adlı film liberal batı dünyasının önemli filmleri arasında sayılıyor. Senaryosunu yazar Arthur C. Clarke ile birlikte yazan Kubrick’in bu bilim-kurgu filmi dönemi için oldukça gelişmiş sayılabilen görsel efektleri ile filmin tek Oscar ödülünü almış. Devam etmeden evvel yazının spoiler içerdiğini belirtelim.
Film
girişinde insan türünün atalarının aleti keşfetmesi ile başlıyor ve tekil
insanın Nietzsche’nin “yıldız çocuk” deyimiyle atıfta bulunduğu üst insana (übermensch)
dönüşmesiyle sonlanıyor. Böylece film insanlığın nereden nereye gittiği ve
nasıl gittiği ya da gitmesi gerektiğine dair dolaylı ve dolaysız felsefi,
toplumsal, ekonomik belirlemelerde bulunuyor. Bu belirlemelerin neler olduğu, hangi
temellere dayandığı, doğruluk ve gerçeklik paylarının ne olduğu, nasıl bir
gelecek tasarımında bulunulduğu üzerinde duralım.
Filmin başında insanlığın maymunumsu ataları olan klanlar arasında kısıtlı su kaynakları sebebiyle çatışma yaşanmaktadır. Klanlardan biri o dönem insan yapısı olması mümkün olmayan düzgün kesimli dikdörtgen bir siyah dikilitaş (monolit) ile karşılaşır. Böylece evrim teorisine ve bilimsel tezlere dayanan ilk girişin ardından mistik bir tema eklenmiş olur filme. Filmin ilerleyen bölümlerinde aya inen astronotlar gene aynı taşla karşılaşacaklardır. Filmin sonuna kadar siyah dikilitaş gizemini korur.
Filmin devamında dikilitaşı keşfeden klan büyükçe bir hayvan kemiğini silah olarak kullanmayı akıl eder.
Önce
diğerlerini saf dışı etmek dışında daha genel bir anlamda kabul edelim bunu ve
buna göre yorum yapalım. Teknoloji kuşkusuz insan yaşamında önemli
değişikliklere yol açıyor. Ancak iki bakımdan teknolojik gelişmenin insan
yaşamındaki gelişmenin başat öğesi olamayacağını söyleyebiliriz. Birincisi teknolojik
gelişmeler toplumun her kesimine eşit derecede fayda sağlamıyor. Egemen zengin sınıflar diğerlerine göre bundan çok daha fazla fayda sağlıyorlar. İkinci neden
teknoloji neden ve nasıl kullanılacağına bağlı olarak bazen olumlu yönde bazense
olumsuz anlam kazanabiliyor. Alfred Nobel'in dinamiti icadını ele alalım. Bazen maden ocağında üretim amacıyla kullanılır bazense silah. Teknolojinin hangi amaçla kullanıldığı gene egemen sınıfların ve ideolojilerin
belirleniminde kalıyor. Dolayısıyla filmde alete-teknolojiye yapılan vurgu
anlamlı bir zemine oturmuyor.
Uzay aracı
aynı atalarımızın kemiği silah olarak kullanması gibi bir diğerini saf dışı
etme anlamı da taşıyor olabilir. Filmin çekildiği dönemin soğuk savaş dönemi
olduğu ve ABD-SSCB arasındaki uzay yarışının sürdüğü koşullarda buna atıfta
bulunuluyor olma ihtimali yüksek görünüyor. Ancak bu durumda da filmin teması
bir türlü geleceğe uzanamamaktadır. Neden hep savaşlar ve çatışmalar sürsün?
Şimdiye kadar böyle olması gelecekte de böyle olmasını mı gerektirir? Bunun bir
çözümü yok mudur? Bir bilim-kurgu iyi niyetlerle yapıldıysa izleyiciye umut da
vermesi gerekmez mi? Yazının ilerleyen kısımlarında işlenmeye devam edileceği
üzere filmde geleceğe yönelik yaratıcı ve yeni bir kurgu bir türlü yapılmamakta, çağımızın
hatta mitolojik birikimimiz ve evrimsel geçmişimizin figürleri geleceğe kopyalanmıştır.
Buna teknolojik kılıf geçirilince adı bilim-kurgu olmuştur.
Filmin atıfta
bulunduğu 2001 yılını çoktan geride bıraktık. Filmde öngörülen teknolojik
anlamdaki gelişmelerin bir kısmı biraz yıl farkı olsa da tuttu diyebiliriz. Tablet
bilgisayar, görüntülü konuşma, ses tanımlama sistemlerinin yaygınlaşması gibi
öngörüler gerçekleşti. Ancak bunların daha o dönemde de var olduğunu ancak
yüksek maliyet nedeniyle sadece NASA gibi gelişmiş teknolojik merkezlerde kullanıldığını
da göz önünde bulundurmak gerekli.
Filmde, dönemin ABD’sinin bozukluklarının da geleceğe yansıtıldığını görüyoruz. Bu şekilde çağımızın ABD düzeninin meşruluğu dolaylı yoldan ifade edilmiş oluyor. Filmin ana karakterlerinin tamamı beyaz ırktan Amerikalılar. Ana karakterlerinin tamamı, film ekibinin ise çok büyük bölümü erkeklerden oluşuyor:
Anlaşılan
o ki senarist ve yönetmenin beraberce kurguladıkları geleceğin dünyası da o
dönemde olduğu gibi beyaz ırkın ve erkeklerin egemenliğini devam ettirdiği bir
dünya.
Uzay gemileri filmin yapıldığı yıllarda büyük bir ABD hava yolu şirketi olan PANAM imzası taşıyor:
Diğer bir sahnede Hilton otellerinin reklamını görüyoruz:
Böylece
bir şey daha anlamış oluyoruz ki geleceğin dünyasında da kapitalizm egemen
olacak yönetmenimize göre.
Filmin Ay’dan
Jüpiter’e seyahati ile ilgili kısmında HAL 9000 adlı yüksek düzeyde yapay zekaya
ve duygulara sahip bir bilgisayar ile karşılaşıyoruz. Seyahati gerçekleştiren
uzay gemisinin ana kontrolü HAL 9000 adlı bu bilgisayarda. HAL 9000 serisi
bilgisayarlar o zamana kadar kusursuz iken seyahat sırasında kullanılan HAL
9000’in hata yaptığını anlıyoruz. Ancak HAL 9000 kusurunu kabul etmemekte hatta
insanlara kusur bulmaktadır. Durumun daha da tehlikeli durumlara yol
açabileceğini düşünen astronotlar HAL 9000’den kurtulmak ister. Bunu fark eden
HAL 9000 uzay gemisindeki tüm yolcuları öldürmeye başlar. Bu açıdan HAL 9000 çağımız
Amerika’sının narsisistik ve sosyopat birey modelinin adeta geleceğe
kopyalanmış halidir. Böylece bir daha görüyoruz ki filmde geleceğe yönelik
özgün öngörüler yapılmıyor. Hatta filmin adında geçen Odyssey sözcüğü
mitolojide Homeros’un ünlü Odyssey adlı yapıtından geliyor. Filmde HAL 9000
adlı süper bilgisayar tek gözlü bir görsel algılayıcıya sahip. Homeros’un Odyssey’sinde
de tek gözlü kötü bir dev var ve başkahramanın evine olan yolculuğunda bir engel
teşkil ediyor. İki Odyssey öyküsü arasındaki benzerlik işte bu kadar basit.
Biraz da
filmin müziğinden bahsedelim. Richard Strauss’un “Also sprach Zarathustra” adlı
eseri filmin tematik müziğini oluşturuyor. Richard Strauss kimdir? Ünlü bir
Alman bestecisi. Ama Nazi iktidarında belli yöneticilikleri kabul etmiş
olmasından ve Nazilere karşı açık tavır koymamasından dolayı eleştirilen bir
müzisyen. Filmin müziği olan “Also sprach Zarathustra” sözcüklerinin Türkçesi “Böyle
Buyurdu Zerdüşt”. Nietzsche’nin üst insan (übermensch) kavramını ortaya attığı
kitabının adı. Nietzsche, Nazilerin ideolojik esin kaynağı idi. Onun üst insan
kavramı tam da Nazilerin aradığı kavramdı. Nietzsche narsisistti ve üst insan
kavramı onun bu zaafının felsefi karşılığı idi. Naziler bu felsefi mirası
sahiplendiler.
İnsanlığı gizemli bir siyah dikilitaş veya benzeri simgeleştirilmiş totemler kurtaramaz. Sadece bilim ve teknoloji de kurtaramaz. İnsanlığın kurtuluşunu ancak bilimsel düşüncenin eşliğinde verilen eşit, özgür, barış içinde ve sömürüsüz bir dünya için verilecek mücadele sağlayabilir.
Özetlersem, filmin yapıldığı yıllarda uzaya yeni yeni çıkılıyor olmanın halk arasında yarattığı merak ve heyecan içinde uzayın, ayın, uzay araçlarının içinin, astronotların uzay yürüyüşlerinin vb. nasıl olduğunun gösterimi konusunda film kostüm, dekor ve görsel efektler anlamında oldukça başarılı kabul edilebilir. Olumsuzlukları arasında insanlar arası iletişimin son derece düşük olması, eşitlik, özgürlük, paylaşım, barış, dayanışma gibi kavramların, erdemlerin bulunmaması sayılabilir. Kapitalizmden yana olması, dolaylı yoldan ırkçılık ve erkek egemen toplum, ABD egemenliği, narsisist-sosyopat HAL 9000, mistisizm ve Nietzsche'nin narsisistik felsefesi üst insanı da bu listeye eklediğimizde oldukça kötü bir tablo karşımıza çıkıyor. Clark ve Kubrick şimdiki zamanın ve geçmiş zamanın çeşitli motiflerini adeta kopyalayıp geleceğe yapıştırmışlar ve üstlerine teknolojik kılıfı geçirmişler, yeni ve yaratıcı bir öngörüde bulanamamışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder