30 Ağustos 2020

Film Okuması: 2001 Uzay Macerası (2001 A Space Odyssey)

Yönetmen Stanley Kubrick’in 1968 yılı yapımı olan “2001 Bir Uzay Macerası” adlı film liberal batı dünyasının önemli filmleri arasında sayılıyor. Senaryosunu yazar Arthur C. Clarke ile birlikte yazan Kubrick’in bu bilim-kurgu filmi dönemi için oldukça gelişmiş sayılabilen görsel efektleri ile filmin tek Oscar ödülünü almış. Devam etmeden evvel yazının spoiler içerdiğini belirtelim.

Film girişinde insan türünün atalarının aleti keşfetmesi ile başlıyor ve tekil insanın Nietzsche’nin “yıldız çocuk” deyimiyle atıfta bulunduğu üst insana (übermensch) dönüşmesiyle sonlanıyor. Böylece film insanlığın nereden nereye gittiği ve nasıl gittiği ya da gitmesi gerektiğine dair dolaylı ve dolaysız felsefi, toplumsal, ekonomik belirlemelerde bulunuyor. Bu belirlemelerin neler olduğu, hangi temellere dayandığı, doğruluk ve gerçeklik paylarının ne olduğu, nasıl bir gelecek tasarımında bulunulduğu üzerinde duralım.

Filmin başında insanlığın maymunumsu ataları olan klanlar arasında kısıtlı su kaynakları sebebiyle çatışma yaşanmaktadır. Klanlardan biri o dönem insan yapısı olması mümkün olmayan düzgün kesimli dikdörtgen bir siyah dikilitaş (monolit) ile karşılaşır. Böylece evrim teorisine ve bilimsel tezlere dayanan ilk girişin ardından mistik bir tema eklenmiş olur filme. Filmin ilerleyen bölümlerinde aya inen astronotlar gene aynı taşla karşılaşacaklardır. Filmin sonuna kadar siyah dikilitaş gizemini korur. 


Bir bilim-kurgu filminde mistik bir tema neden gerekir? Adı üzerinde bilime dayalı kurgu olması gerekmez mi? Bunun yanıtı gayet açık olmalı: Yazının ilerleyen bölümlerinde de açıklanmaya çalışılacağı üzere film biçimsel anlamda bir bilim-kurgu olmasına rağmen özünde bilim-kurgu olmaktan uzak görünmektedir. Filmin yapıldığı dönemin hatta günümüzün kapitalist toplum düzenini aşacak bir gelecek tasarımı yapmamıştır. Hatta çağımızın olumsuz pek çok yanı geleceğe de aksettirilmiş, bunların devam edeceği gösterilmiştir. Durum böyle olunca izleyiciyi heyecanlandıracak, merak duygusunu harekete geçirecek bir şey gereklidir. İşte bu siyah dikilitaş ve onunla ifadesini bulan mistisizmdir.

Filmin devamında dikilitaşı keşfeden klan büyükçe bir hayvan kemiğini silah olarak kullanmayı akıl eder. 


Diğer klanı bu silah sayesinde yenmeyi başarır. İnsanın ataları aleti keşfetmiş, yaşam değişmiştir. İnsanın maymunumsu ataları alet olarak kullandığı kemiği havaya fırlatır ve kemiğin görüntüsü havadayken benzer şekilde olan bir uzay aracı görüntüsüne geçiş yapar. Böylece film gelecekteki insanlığı ele aldığı bölüme atlar. Alet olarak kullanılan kemik insanlığın ileri bir evresine geçişi aynı zamanda diğerlerini yenmeyi temsil ediyordu, peki uzay araçları da benzeri bir işlev görebilir mi?

Önce diğerlerini saf dışı etmek dışında daha genel bir anlamda kabul edelim bunu ve buna göre yorum yapalım. Teknoloji kuşkusuz insan yaşamında önemli değişikliklere yol açıyor. Ancak iki bakımdan teknolojik gelişmenin insan yaşamındaki gelişmenin başat öğesi olamayacağını söyleyebiliriz. Birincisi teknolojik gelişmeler toplumun her kesimine eşit derecede fayda sağlamıyor. Egemen zengin sınıflar diğerlerine göre bundan çok daha fazla fayda sağlıyorlar. İkinci neden teknoloji neden ve nasıl kullanılacağına bağlı olarak bazen olumlu yönde bazense olumsuz anlam kazanabiliyor. Alfred Nobel'in dinamiti icadını ele alalım. Bazen maden ocağında üretim amacıyla kullanılır bazense silah. Teknolojinin hangi amaçla kullanıldığı gene egemen sınıfların ve ideolojilerin belirleniminde kalıyor. Dolayısıyla filmde alete-teknolojiye yapılan vurgu anlamlı bir zemine oturmuyor.

Uzay aracı aynı atalarımızın kemiği silah olarak kullanması gibi bir diğerini saf dışı etme anlamı da taşıyor olabilir. Filmin çekildiği dönemin soğuk savaş dönemi olduğu ve ABD-SSCB arasındaki uzay yarışının sürdüğü koşullarda buna atıfta bulunuluyor olma ihtimali yüksek görünüyor. Ancak bu durumda da filmin teması bir türlü geleceğe uzanamamaktadır. Neden hep savaşlar ve çatışmalar sürsün? Şimdiye kadar böyle olması gelecekte de böyle olmasını mı gerektirir? Bunun bir çözümü yok mudur? Bir bilim-kurgu iyi niyetlerle yapıldıysa izleyiciye umut da vermesi gerekmez mi? Yazının ilerleyen kısımlarında işlenmeye devam edileceği üzere filmde geleceğe yönelik yaratıcı ve yeni bir kurgu bir türlü yapılmamakta, çağımızın hatta mitolojik birikimimiz ve evrimsel geçmişimizin figürleri geleceğe kopyalanmıştır. Buna teknolojik kılıf geçirilince adı bilim-kurgu olmuştur.

Filmin atıfta bulunduğu 2001 yılını çoktan geride bıraktık. Filmde öngörülen teknolojik anlamdaki gelişmelerin bir kısmı biraz yıl farkı olsa da tuttu diyebiliriz. Tablet bilgisayar, görüntülü konuşma, ses tanımlama sistemlerinin yaygınlaşması gibi öngörüler gerçekleşti. Ancak bunların daha o dönemde de var olduğunu ancak yüksek maliyet nedeniyle sadece NASA gibi gelişmiş teknolojik merkezlerde kullanıldığını da göz önünde bulundurmak gerekli.

Filmde, dönemin ABD’sinin bozukluklarının da geleceğe yansıtıldığını görüyoruz. Bu şekilde çağımızın ABD düzeninin meşruluğu dolaylı yoldan ifade edilmiş oluyor. Filmin ana karakterlerinin tamamı beyaz ırktan Amerikalılar. Ana karakterlerinin tamamı, film ekibinin ise çok büyük bölümü erkeklerden oluşuyor: 

 



Anlaşılan o ki senarist ve yönetmenin beraberce kurguladıkları geleceğin dünyası da o dönemde olduğu gibi beyaz ırkın ve erkeklerin egemenliğini devam ettirdiği bir dünya.

Burada Duygu Asena'nın sözlerini hatırlamamak elde değil "Kahramanlar hep erkek!"



Uzay gemileri filmin yapıldığı yıllarda büyük bir ABD hava yolu şirketi olan PANAM imzası taşıyor: 





Diğer bir sahnede Hilton otellerinin reklamını görüyoruz:

 


Böylece bir şey daha anlamış oluyoruz ki geleceğin dünyasında da kapitalizm egemen olacak yönetmenimize göre.

Filmin Ay’dan Jüpiter’e seyahati ile ilgili kısmında HAL 9000 adlı yüksek düzeyde yapay zekaya ve duygulara sahip bir bilgisayar ile karşılaşıyoruz. Seyahati gerçekleştiren uzay gemisinin ana kontrolü HAL 9000 adlı bu bilgisayarda. HAL 9000 serisi bilgisayarlar o zamana kadar kusursuz iken seyahat sırasında kullanılan HAL 9000’in hata yaptığını anlıyoruz. Ancak HAL 9000 kusurunu kabul etmemekte hatta insanlara kusur bulmaktadır. Durumun daha da tehlikeli durumlara yol açabileceğini düşünen astronotlar HAL 9000’den kurtulmak ister. Bunu fark eden HAL 9000 uzay gemisindeki tüm yolcuları öldürmeye başlar. Bu açıdan HAL 9000 çağımız Amerika’sının narsisistik ve sosyopat birey modelinin adeta geleceğe kopyalanmış halidir. Böylece bir daha görüyoruz ki filmde geleceğe yönelik özgün öngörüler yapılmıyor. Hatta filmin adında geçen Odyssey sözcüğü mitolojide Homeros’un ünlü Odyssey adlı yapıtından geliyor. Filmde HAL 9000 adlı süper bilgisayar tek gözlü bir görsel algılayıcıya sahip. Homeros’un Odyssey’sinde de tek gözlü kötü bir dev var ve başkahramanın evine olan yolculuğunda bir engel teşkil ediyor. İki Odyssey öyküsü arasındaki benzerlik işte bu kadar basit.


HAL 9000 isimli bilgisayarın harflerinin alfabedeki birer harf sonrası IBM harflerinden oluşuyor. Gene aynı bilgisayarın yapımcı firması olarak geçen Lengliy ismi aslında CIA’nın merkezinin bulunduğu şehrin adı. Film baştan aşağı Amerikan düzeninin açık ve gizli propagandası üzerine kurulmuş durumda.

Biraz da filmin müziğinden bahsedelim. Richard Strauss’un “Also sprach Zarathustra” adlı eseri filmin tematik müziğini oluşturuyor. Richard Strauss kimdir? Ünlü bir Alman bestecisi. Ama Nazi iktidarında belli yöneticilikleri kabul etmiş olmasından ve Nazilere karşı açık tavır koymamasından dolayı eleştirilen bir müzisyen. Filmin müziği olan “Also sprach Zarathustra” sözcüklerinin Türkçesi “Böyle Buyurdu Zerdüşt”. Nietzsche’nin üst insan (übermensch) kavramını ortaya attığı kitabının adı. Nietzsche, Nazilerin ideolojik esin kaynağı idi. Onun üst insan kavramı tam da Nazilerin aradığı kavramdı. Nietzsche narsisistti ve üst insan kavramı onun bu zaafının felsefi karşılığı idi. Naziler bu felsefi mirası sahiplendiler.


Stanley Kubrick filmde “Also sprach Zarathustra”’yı tesadüfen veya sadece bir müzik olarak kullanmıyor. Nietzsche’nin üst insan (übermensch) kavramına atıfla filmin final sahnesinde Dr. Floyd “Yıldız Çocuk”’a dönüşüyor: 


Yıldız Çocuk, yeniden doğan ve ışıldayan insandır, yani üst insandır. Baş kahramanımız Dr. Floyd yolculuk sırasında tüm arkadaşlarını kaybetmiş ve Jüpiter civarlarında artık yapayalnız kalmıştır. Ama buna rağmen filmin finalinde yalnız başına üst insana dönüşür. Oysa insan sosyal bir varlık ve uzun süren tek başınalıkla üst insan olmak bir yana huzura bile varamaz. İnsan ancak diğer insanlarla anlamlı ilişkiler içinde evrilerek kendine ve yaşamına anlam verebilir, gelişebilir. Diğer türlü olsa olsa Nietzsche’nin son on iki yılında olduğu gibi psikoza uzanır.

İnsanlığı gizemli bir siyah dikilitaş veya benzeri simgeleştirilmiş totemler kurtaramaz. Sadece bilim ve teknoloji de kurtaramaz. İnsanlığın kurtuluşunu ancak bilimsel düşüncenin eşliğinde verilen eşit, özgür, barış içinde ve sömürüsüz bir dünya için verilecek mücadele sağlayabilir.

Özetlersem, filmin yapıldığı yıllarda uzaya yeni yeni çıkılıyor olmanın halk arasında yarattığı merak ve heyecan içinde uzayın, ayın, uzay araçlarının içinin, astronotların uzay yürüyüşlerinin vb. nasıl olduğunun gösterimi konusunda film kostüm, dekor ve görsel efektler anlamında oldukça başarılı kabul edilebilir. Olumsuzlukları arasında insanlar arası iletişimin son derece düşük olması, eşitlik, özgürlük, paylaşım, barış, dayanışma gibi kavramların, erdemlerin bulunmaması sayılabilir. Kapitalizmden yana olması, dolaylı yoldan ırkçılık ve erkek egemen toplum, ABD egemenliği, narsisist-sosyopat HAL 9000, mistisizm ve Nietzsche'nin narsisistik felsefesi üst insanı da bu listeye eklediğimizde oldukça kötü bir tablo karşımıza çıkıyor. Clark ve Kubrick şimdiki zamanın ve geçmiş zamanın çeşitli motiflerini adeta kopyalayıp geleceğe yapıştırmışlar ve üstlerine teknolojik kılıfı geçirmişler, yeni ve yaratıcı bir öngörüde bulanamamışlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder