12 Eylül 2020

Borderline Kişilik Bozukluğu

Bu yazımın konunun profesyoneli tarafından yazılmadığı, sadece kişisel araştırmalarım ve gözlemlerime dayalı amatör bir çalışma olduğunu baştan belirtmeliyim. Bu sebeple konu sizin için şayet çok önemliyse uzmanların ifadelerini esas almanızda fayda olduğunu da eklemeliyim.

Bununla birlikte konuyla ilgili burada yazdıklarım sadece kitaplardan edindiklerimden oluşmuyor. Yaşamım boyunca çeşitli dönemlerde yakın çevremde borderline sorunu olan üç insan bulundu. Onlarla yaptığım konuşmaları ve gözlemlerimi teorik bilgilerimle harmanlayarak vermeye çalışacağım.

Diğer yandan burada ortalama bir borderline profilini, henüz farkındalığı gelişmemiş ve değişim çabasına girmemiş borderlineları ele alacağımı da belirteyim. Her insan farklı ve özgün olduğu gibi her borderline profili diğerinden farklılıklar gösterebilir. Bu anlamda yalın borderline profili anlatımı da diyebiliriz yazdıklarıma. 

Borderline adı verilen kişilik bozukluğunun dışarıdan en çok gözlenen özellikleri çalkantılı bir yaşam, ani ve uçta duygu-davranış değişiklikleri, öfke patlamaları. Bu sebeple halk arasında sıkça “dengesiz” olarak anılıyorlar. Borderline Kişilik Bozukluğu’nun toplumdaki yaygınlığı % 2 civarında gösteriliyor. Bence yüksek bir oran ve bu sebeple tanıyıp anlamakta fayda olabilir. Önce bilimsel kriterlere bakalım.

Otorite kabul edilen DSM 5 sınıflandırmasına göre borderline tanısı koyabilmek için erken ergenliğin başından itibaren birçok bağlamda kendini gösteren aşağıdaki 9 kriterden 5’inin ya da daha fazlasının varlığı gereklidir:

1) Terk edilmekten kaçınmak için çılgınca çaba gösterme

2) Gözünde aşırı büyütme ve yerin dibine sokma uçları arasında giden, tutarsız ve gergin kişiler arası ilişkiler

3) Kimlik karmaşası

4) Kendine kötülüğü dokunacak en az iki dürtüsellik (para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, güvensiz araç kullanma vb.) 

5) Yineleyici intihar davranışları, girişimleri ya da göz korkutmalar

6) Duygulanımda tutarsızlık

7) Süreğen bir boşluk duygusu

8) Uygunsuz yoğun öfke, öfke denetiminde güçlük

9) Zorlanmayla ilişkili gelip geçici kuşkucu düşünceler ya da ağır çözülme belirtileri.

Borderline kişilerin neşe ve öfke arasında çok ani geçişleri olur. Birisiyle arası iyiyken bir anda kötü olabilir. Sadece başka kişilere karşı değil kendilerine karşı da benzeri durum sergilerler. Bir süre kendileriyle barışık gibi görünürlerken bir anda kendilerini ağır şekilde suçlarlar, aşağılarlar hatta fiziksel zarar verirler. Genellikle alkol, sigara, uyuşturucu gibi madde bağımlılıkları gösterirler. Gecelik ve riskli ilişkiler yaşarlar. Sosyoekonomik olarak alt tabakalara ait iseler kollarını jiletleme sık görülür.

Borderline kişilik bozukluğunu anlamak için en karakteristik özelliklerinden biri olan bölme (splitting) savunma mekanizması üzerinde duralım.

Borderline bireyler hem diğer insanları hem de kendilerini bir metafor üzerinden anlatmak gerekirse siyah veya beyaz olarak yorumlarlar. Arada gri tonlar yoktur. Başkaları ya iyidir ya kötüdür. Kendileri ya iyidir ya da kötüdür. Bir başka deyimle “Ya hep ya hiç”dir. Bir başkasının veya kendilerinin hem iyi özelliklere hem de kötü özelliklere sahip bir bütün olduklarını düşünsel-teorik olarak kavrasalar da duygusal düzeyde kavrayamazlar. Diyelim ki borderline bireyin X kişisiyle arası bozuldu. Siz onun X kişisi hakkındaki kötü yorumunu doğruladınız ama iyi yanları olduğunu da ifade ettiniz. Borderline birey bunu kabul edebilir. “Evet öyle iyi yanları da var” diyebilir ama bu iyi yanlar onun için sadece bilgiden ibarettir. Bu bilgiye eşlik eden duyguyu anımsayamaz. Dolayısıyla borderline birey ya siyah ya da beyazdadır derken onun düşüncelerinden ziyade duygularına gönderme yapıyoruz. Bu paragrafta siyah ve beyaz metaforunu konuyu daha anlaşılır kılmak için verdim. Bilimsel dilde bu durum siyah-beyaz diye değil bölme (splitting) savunma mekanizması olarak anılıyor. “Bölme”yi bir kişiyi ve kendini ikiye bölme (siyah-beyaz veya kötü-iyi) şeklinde yorumlayabilirsiniz. Bundan sonra bu olguyu "bölme savunma mekanizması" olarak analım.

Peki borderline bireyin bölme savunma mekanizması kullanmasının geçmişindeki kökeni nedir? Bunun nedeni artık biliniyor. Bir çocuğun birincil bakıcısı (bu genellikle anne olduğu için bundan sonra anne olarak analım) iyi ve kötü anne imajlarını bütünselleştirecek şekilde çocuğa (genellikle 1-3 yaş) yansıtamaz ise çocuk bölmede kalmaktadır. Biraz daha açalım. Örneğin çocuk anneyle dışarıda gezerken annenin gözünden kaybolur. Biraz sonra anne çocuğu bulur. Anne çocuğa öfkelenir ve bağırır. Annenin çocuğa yönelik iletişimi bundan ibaretse çocuğun gözünde anne kötü bölmededir (siyah). Biraz sonra anne çocuğu çocuk parkına götürür ve hem bir şeyler alır hem de eğlendirir. Çocuğun keyfi yerine gelir. Bu durumda çocuğun gözünde anne iyi bölmededir (beyaz). Az evvel kötü bölmede olan annenin az sonra iyi bölmede olmasını çocuk algılar ama yorumlayamaz, sentezleyemez. Annenin iyi ve kötü yanları olan “gri” bir birey olduğu yönündeki gerçeklik anlayışı gelişemez çocukta. Bunun nedeni annenin kendi bölme savunma mekanizmasını çocuğa yansıtmasıdır. Anlaşılacağı üzere annenin kişiliğinde de ciddi bir sorun vardır. Anne çok yüksek ihtimalle farkında olmadan kendi zaafının bir kopyasını çocuğun kişiliğinde yaratmaktadır. Anne çocuğu kaybettiği için kendi gözünde kötü bölmede bir annedir ve o kötü duygular benliğini esir alır çocuğu bulduğunda bu duyguları çocuğa yansıtır. Çocuk ne yaptığının bilincinde değildir ve annenin öfkesini anlamlandıramaz, sözlü olarak ifade edemezse de anneyi o da kötü bölmeye sokar. Buna benzer olguların çocukluk yaşantısı boyunca sık sık tekrarlanması ile bölme mekanizması çocuğun kişiliğine yerleşir. İyi anne-iyi çocuk, kötü anne-kötü çocuk eşleşmesi ortaya çıkar bilinçdışında.

Tabi burada ayrıca belirtmekte fayda var, az evvel belirttiğim gibi bölme savunma mekanizmasının sıkça tekrar etmesi gerekir kişiliğe oturması için yoksa muhtemelen pek çok ebeveyn zaman zaman böyle bir davranış gösterebilir. Bir-iki kez bu tür davranış yaşandı diye borderline kişilik bozukluğu gelişmez. Diğer yandan Heinz Kohut’a göre kişilik bozukluğu oluşması için sadece annenin yanlış davranış modeli göstermesi de yeterli değil. Baba veya evde beraber yaşanan anane, dede vb. ilgi ve sevgi dolu birisi varsa çocuk ona yönlenir ve kişilik bozukluğundan kendini kurtarır. O halde şöyle bir sonuca varabiliriz: Borderline oluşması için ciddi psikolojik sorunları olan bir anneyle beraber babanın konumlanmasının da sorunlu olması gerekir. Baba ya ölmüştür, ya örneğin uzak yol gemi kaptanı gibi aylarca eve uğrayamayacak bir işle meşguldür veya evdedir ama örneğin depresiftir ve çocukla ilgilenemez.

Kısa süreyle kaybolan çocuk örneğinden gidersek annenin bölme savunma mekanizmasına başvurmadan nasıl bir sağlıklı davranış göstermesi gerekiyordu diye düşünebiliriz. Anne çocuğu bulduğunda üzüntü ve kaygısını uygun seviyede göstermeli ve çocuğun uzaklaşmasının yanlış olduğunu hissettirmeli. Ancak baskın duygusu yeniden bulmanın sevinci olmalı. Olumsuz duyguları onu sevdiği için hissettiğini çocuğa o an gösterebilmeli. Bu şekilde çocuk annenin sözlerini henüz anlayamayacak yaşta olsa da ses tonu ve yüz mimiklerinden annenin hissettiklerini anlayabilir. “Annem kaygılı, yanlış bir şey yaptım galiba ama beni seviyor” hissini alabilir. İşte bu durum çocukta bölmenin önüne geçip sentezlemeye doğru götürür. Parçalanma değil bütünselleşmeye. Oysa annede kızgınlık ve öfke ise baskın duygu, bunun nedeni çocuğu kaybetmenin getirdiği sorumsuzluk duygusuna bağlı benlik değeri zedelenmesidir. Başka bir deyimle anne kendisini kötü bölmede görmemek için çocuğu kötü bölmeye koymuştur. Annenin bu ayrımı yapabilmesi için kuşkusuz kişiliğinin belli bir olgunluk düzeyinde olması gerekiyor.

Bölme savunma mekanizmasının sadece borderline bozuklukta görülmediğini diğer bazı bozukluklarda da var olduğunu ama en karakteristik olarak borderlinede görüldüğünü belirtelim.

Bölme savunma mekanizması popüler kültür tarafından da topluma pompalanmakta. Çocuklara anlatılan iyi prenses-kötü cadı masallarındaki aşırı uç karakterler ve geleneksel Hollywood sinemasındaki iyi dedektif ile psikopat katil karakterleriyle verilen aşırı uçlar bu bölme savunma mekanizmasını kışkırtmakta veya meşruluk vermektedir.

DSM 5 sınıflandırmasında borderline tanısı için 9 maddeyi bir önceki yazımda aktarmıştım. Bunların en başında “Terk edilmekten kaçınmak için çılgınca çaba gösterme” maddesi vardı hatırlanacağı üzere. Hiç kimse terk edilmekten hoşlanmaz. Borderline’da ise terk edilmeyi çağrıştıran en ufak bir bulgu, çağrışım bile şiddetli duygusal ve davranışsal tepkilere yol açıyor. Bu olgu yakın arkadaşlıklar için geçerli olmakla birlikte özellikle eş veya sevgili için daha da geçerli. Şiddetli kıskançlığa eşlik eden öfke eğer borderline olan erkek ise kadına şiddet uygulamaya, borderline olan kadın ise etrafı kırıp dökmekten kendini yaralamaya hatta intihar teşebbüsüne varan yelpazede tepkilere yol açabiliyor.

Terk edilmekten kaçınmak için çılgınca çaba gösterme” maddesini derinliğine anlayıp hissedebilmek gene bir metafor kullanalım. Gözlerinizi kapayın ve kendinizi henüz yerleşimin bile başlamadığı bir çağda milyonlarca kilometre karelik Sibirya steplerinde yalnız başına kalan küçük bir çocuk olarak düşünün. Uzun bir süredir oradasınız ve açlık, yorgunluk ve soğukla daha fazla başa çıkabilecek donanımınız yok. Tam bir çaresizlik ve boşluk hissi içindesiniz. Şimdi burada parantez açalım ve DSM 5’in yedinci maddesini hatırlayalım:

7) Süreğen bir boşluk duygusu

 İşte metafor yerindeyse süreğen boşluk duygusu stepteki yalnız çocuğun hissettiğidir.

 Step metaforuna kaldığımız yerden devam edelim.

 Tam bu sırada çeşitli donanımlara sahip birisi çıkıveriyor karşınıza ve size el uzatıyor ve çok seviniyorsunuz. Artık güvendesiniz ve bunun sıcaklığını yaşıyorsunuz. Müthiş güzel bir duygu. Ama bir süre sonra sizden ayrılması gerektiğini söylüyor veya aslında böyle bir gerçeklik yok ama siz o kadar uzun süre stepte yalnız kaldınız ki tekrar aynı duruma düşmemek için kafanızda böyle bir senaryo yazıyorsunuz. Bir gece uyuyorken onun gidivereceğinden endişe ediyorsunuz. Ne yapardınız? Muhtemelen gitmemesi için elinizden geleni yapar, sık sık uyanıp kolaçan eder, bir gözünüz hep onda olurdu. Hatta riski yüksek görüyorsanız karşılıklı konuşmayı da yeterli görmeyip ağlar, o da yetmezse öfkelenir kırar döker veya her türlü tehdidi yapardınız. Ben de olsam muhtemelen böyle yapardım. Uçsuz bucaksız yaşam stepinde derin bir yalnızlığa terk edilmek (gerçeğe dayansa da dayanmasa da) duygusal anlamda cehennemin ta kendisidir ve borderline bunu yaşamamak için herşeyi yapabilir.

İşte bu ruh halini erişkinlikte düşündüğümüzde neden borderline kişilikte DSM 5 bir numaralı maddeye “Terk edilmekten kaçınmak için çılgınca çaba gösterme” kriteri konulduğunu sanırım anlamış olabiliriz. Ancak bir de bunun çocukluktaki kökenine göz atalım.

Borderline sorununun oluşabilmesi için sıklıkla fiziksel veya duygusal anlamda ortalıkta olmayan bir baba ve tehditkâr bir anne karakteristik. Anne dominant ve aşırı otoriterdir. İlla ki dışarıdaki insanlara karşı da öyle olması gerekmiyor ama çocuğa karşı aşırı otoriter ve dominanttır. Bunun nedeni anne de aslında aşırı yalnızlık çekmekte ve bağlanabileceği anlamlı ilişkiler yaşayamamaktadır. Eşi biraz evvel bahsettiğimiz gibi fiziksel veya duygusal anlamda yoktur. Başka bir sağlıklı bağlanma yaratamaz ise elinde kalan son varlığa yani çocuğa tam anlamıyla yapışır. Onun üzerinde tam kontrol, tam otorite duruma yaşayabilirse kendi yaşamına anlam verebileceğini sanır. Bu sebeple çocuğun yaşıyla orantılı özerkleşme eğilimlerini baskı altına alır ve kendinden uzaklaşmasını engeller. Çocuğu kurtarabilecek bir baba veya başka bir yakın erişkin de ortalarda yoksa çocuk annenin tahakkümüne boyun eğmek zorunda kalır. Ama bunun bilançosu kendi özerkliğinden yani benliğinde feragat etmek zorunda olmasıdır. Burada gene parantez açalım ve bu sefer DSM 5 sınıflandırmasının üçüncü maddesini hatırlayalım:

3) Kimlik karmaşası

 Özetle anne (ya da birincil bakıcı) çocuğun doğal özerkleşme sürecini desteklemek yerine kösteklerse çocukta “Ben kimim?” sorusunun yanıtı olan kimlik tanımlaması gelişemez ya da çok zayıf kalır.

Diğer ağır bilanço ise çocuğun anneye ve babaya yönelik öfkesini bilinçdışına itmek zorunda olmasıdır. Öfkenin nedenini biliyoruz: çocuk yalnız ve desteksiz, rehbersiz bırakılmıştır. Peki öfke duygusunu neden bilinçdışına iter? Çünkü anneyle veya babayla olan sorununu irdeleyebilecek bilinç yapısına henüz erişmemiştir. Diğer yandan sözlü iletişim kurabilecek yaşta da değildir. Dolayısıyla baş edemeyeceği duygularını bilinçdışına iter ve bu duygular bütün erişkinlik yaşamı boyunca orada durur ve sık sık benliği manipüle ederek ciddi sorunlar çıkartır. Bilinçdışına itilen öfke erişkinlik yaşamında diğer insanlara ve en başta en yakınındakilere püskürür. Böylece sanırım DSM 5’in sekizinci maddesi de ele alınmış oldu:

8) Uygunsuz yoğun öfke, öfke denetiminde güçlük

Bağlanma kuramına göre çocuğun sağlıklı şekilde geçirmesi gereken 1.5-3 yaş arasındaki ayrılma-bireyleşme evresi tehditkar, aşırı otoriter ebeveyn nedeniyle sağlıklı geçirilemiyorsa bu olgu borderline oluşumunu başlatabiliyor.  3 yaş sonrası dönemde benzeri ebeveyn-çocuk ilişkileri borderline temel yapıtaşlarını perçinleyip yerine oturmasına neden oluyor.

İstatistiklere göre borderline olgularının % 60’ı kadın % 40’ı erkek. Bu farklılığın nedenini bilmiyorum ama tahminimce geleneksel ataerkil toplumun kültürel önyargıları nedeniyle erkek çocuğun yukarıda bahsedilen ayrılma-bireyleşme evresinde ebeveynden kız çocuğa göre daha fazla tolerans görmesi olabilir.

Borderline kişilerde “Eyleme dökme” (acting out) karakteristik özelliklerden birini oluşturuyor. Ancak bu özellik sadece borderline için geçerli değil. “Eyleme dökme” duyguların ve özellikle olumsuz duyguların sözle değil eylemle dışa vurulması. Örneğin taşıtı yüksek hızda kullanma, kırma-dökme, karşıdakine şiddet kullanma, kendini yaralama, aşırı alkol veya uyuşturucu alma, bardan bara koşuşturmaca, tek gecelik seks vb.

“Eyleme dökme” bir seviyeye kadar sağlıklı insanlarda da görülebilir ancak borderline de sık gözlenen bir özellik. Bunun nedeni borderline temelleri çocuğun henüz konuşmaya başlamadığı dönemde yani 1.5-3 yaş arasında oluşmaya başlamasından kaynaklanıyor. Henüz konuşmayı öğrenmemiş küçük bir çocuk kendisine yapılan kötü davranışlara nasıl karşılık veririr? Ağlar, bağırır, oyuncağını yere atar vb. 

Yani eyleme vurur! 

Borderline kişilik gelişimi tam da bu evrede takılmaya uğradığından eyleme vurma erişkinliğe taşınır. Yaşı 50 de olsa çözemeyeceğini hissettiği sorunlar karşısında eyleme vurur.

Borderline ile ilgili ilk başta çok şaşırtıcı görülen bir özellik kendilerine gerçek bir ilgi ve sevgi verebilecek partnerleri değil de kendilerine mesafeli veya terk etme olasılığı yüksek partnerler seçmeye meyilli olmaları. Oysa çocukluğunda ebeveynden gerçek ve sağlıklı bir ilgi-sevgi alamayan bir bireyin erişkinlikte bunu alabileceği partnerler arayacağını varsayarız. Oysa borderline bireyler bunun tersine doğru meyilliler. Bunun nedenlerinden biri düşük benlik değerine sahip oldukları için gerçek ve samimi bir yakınlığa kendilerini layık görmemeleri. Yani bir yandan böyle bir yakınlık isterlerken diğer yandan derinliklerinden gelen güçlü bir ses onlara engel olmakta. Diğer bir neden çocuklukta sıcak ve güven dolu ebeveyn ilişkisi yaşayamadıkları için sevgi ilişkisinin gerçekte nasıl bir şey olduğunu bilemeden erişkin olurlar. Erişkinliğe vardıklarında sevgi ilişkisi onlar için sinemada gördüğü veya romanda okuduğu duygusal sahnelerin imajından başka bir şey değildir. Onları taklit etmeye çalışsa da bu sefer “miş” gibi bir yaşam oluşur ve samimi olmaz. Duygusal yakınlığı başaramadığında ise içinde oluşan boşluğu sekse dayalı ilişkilerle kapatmaya çalışır ama tabi gene kapanmaz.

Borderline çocuklukta yaşayıp öğrenemediği sevgi ilişkisi nedeniyle erişkinlikte çok ciddi sıkıntılar çeker. Yeterli ilgi ve sevgi göremeden erişkinliğe geçtiği için benlik değeri düşük bir birey olarak erişkinler dünyasında yer alır. Kendi düşük benlik değerini yükseltmek için karşısında idealize ettiği bir birey yaratmaya meyillidir. Bu kişi genellikle bir sevgilidir. İdealize edilen sevgilinin tuttuğu ayna ile kendi değerinin yükseleceğini umar. Bu idealizasyon beklentisini belki de borderline bireyin çocuklukta bir türlü karşılanamayan duygusal ihtiyacını erişkinliğe taşıması olarak yorumlayabiliriz. Ebeveynimiz ve özellikle anne çocukluğumuzun ilk yıllarında gözümüzde idealdir, kusursuzdur genellikle. Muhtemelen erişkin borderlineler çocukluklarında o doyurulamayan ideal anne arayışını (aslında onda simgeleşen sevgiyi) içten içe aramaya devam ediyorlar.

İlk gençlik yıllarımda arkadaşlarımla kollarını jiletleyenleri öğrendiğimizde “Müslümcü” der güler, dalga geçerdik. Çok sonraları anladım bunun empati eksikliğimizin bir dışa vurumu olduğunu. Mazoşist bu davranış aslında cezalandırıcı ebeveynin içselleştirilmesinden başka bir şey değil. Benlik ilk çocukluk evrelerinden itibaren o kadar değersizleştirilmiş ki ebeveynler tarafından kişi içselleştirilmiş o ebeveynlerin yerine kendini cezalandırmaya ve değersizleştirmeye devam ediyor. 
 
Bu sebeple kendine zarar verme eylemlerini sırf etrafında bulunanların dikkatini çekmek veya onları bu şekilde tehdit ederek istediğini yaptırmaya çalışma çabası olarak yorumlamamalı. Kuşkusuz eylemde bu bileşenler de bulunabilir ama temelinde geçmişten gelen iç dinamikler bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu sebeple böyle bir eyleme girişeni doğru bir yan ifade etse de suçlamak, kınamak vb. kendisini zaten fazlasıyla suçlu gören birisini daha da dibe sürüklemekten başka bir anlam taşımaz.
 
Kolları jiletleme alt gelir kesimlerinde biraz daha fazla oluyor sanırım. Bunun nedeni yüksek gelir kesiminde bulunan borderlineların “eyleme vurma” (acting out) savunma mekanizmasını gerçekleştirmek için daha fazla olanağa sahip olması olabilir: Alkol, uyuşturucu, bar hayatı, extrem sporlar, aşırı alış-veriş, yüksek hızda otomobil-motor kullanma vb. Bunlar parayla orantılı eyleme vurmalar olduğu için düşük gelir kesimindeki borderlinelar için fazla geçerli olmasa gerek. Bu sebeple alt gelir kesimlerindeki borderline bireyler darp, hırsızlık veya kendini jiletleme gibi eyleme vurmaları daha sık yapıyor gibi görünüyor bana.
 
Borderline kişiler sıklıkla ilk izlenim olarak genellikle canlı, hareketli, neşeli, konuşkan (dışa dönük) karakter çizerler ama bunun arkasında tetikte duran derin bir depresyon vardır. Bir başka anlatışla canlı, hareketli, konuşkan modu aslında yaşam dolu olmalarından kaynaklı değildir. Depresif moda düşmemek içindir. Bir topaç kendi ekseni etrafında hızla döndüğü sürece dengede kalır, hareket bittiğinde devrilir. Borderline dışa dönük modu da böyledir burada kalabileceği kadar kalmak hatta zorlamak ister çünkü kalamadığı an gri bölgeleri olmadığı için siyahın içine (depresyona) düşer.
 
Böylece borderlinenın bir dışa dönük ve canlı bir de depresif ve cansız modda salındığını anlamış oluyoruz. Bu ilk bakışta bipolar bozukluğu andırabilir ama çok farklıdır. Bipolar bozuklukta biyolojik-genetik etkenlere bağlı olarak kişi depresif ve manik modda salınır. Borderline da biyolojik-genetik etkenler değil psikolojik etkenler rol oynar. Kişi depresif moddan kaçmak için hareketli, konuşkan, neşeli moddadır. Hatta bu modda kalabilmek için gerekirse "eyleme vurur".
 
Bir diğer nokta borderline idealize edeceği partner aradığından sıklıkla narsisist partner bulmaya meyillidir. Narsisistin tam da aradığı kendisini idealize edecek birileri olduğu için borderline bireyin idealizasyonundan çok hoşnut olur. Narsisistler genellikle sahte bir ışıltı saçtıkları için borderline için uygun bir tuzaktır. Ancak narsisist ilk tatminin ardından borderline partnerinin kıskançlığını kaldıramaz. Narsisist, bir kişiyle tatmin olamayacağından borderlinedan kısa sürede sıkılır ve ayrılmak ister. Bu durumda borderline terk depresyonuna veya terk krizine girer (DSM 5 birinci maddeyi hatırlayalım).
  
Borderline, psikoterapisi mümkün olan bir kişilik sorunu. Ancak, diğer kişilik sorunları gibi terapi süreci çok uzun. Ne kadar uzun diye sorulursa, bu gibi konulara şu kadar süre devam eder demek mümkün değil deniyor. Ama okuduğum olguları göz önünde bulundurursam 3 ila 6 yıl arası denebilir.

Kıbrıs kökenli ABD vatandaşı olan Vamık Volkan dünyanın en saygın psikiyatristlerinden biri. Kendi yazdığı “Atlarla Yaşayan Kadın” adlı kitabında aşırı uçta bir borderline ile olan terapisini anlatır. Sanıyorum dört yıl kadar süren bir terapiydi. Üstelik bu süre her hafta seans yapılacağı üzerinden. Özetle oldukça ciddi çaba ve sabır isteyen ama terapisi mümkün olan uzun bir süreç.

Borderline bireylerin kliniklere başvuru oranı yüksek olduğu için gerek klinisyen deneyimi gerekse üzerinde kuramsal çalışmalar fazlaca. Bunlar borderline kişiler için büyük bir olanak. Dinamik psikoterapi ve şema terapi ekolleri kullanılarak başarılı sonuçlar bildiren pek çok çalışma olduğu biliniyor. Dolayısıyla borderline her ne kadar oldukça ciddi bir psikolojik sorun olsa da terapisi mümkün ve bu konuda Türkçeye çevrilmiş bir hayli kitap da bulunuyor.

Yararlandığım veya konuyu daha derinliğine araştırmak isteyenler için önereceğim kitaplar:

1)       Beni Terk Etme, Cem Keçe, Pusula Yayınevi, 4. Baskı

2)       6 Adımda Borderline & Kişilik Organizasyonu Tedavisi, Vamık Volkan, Pusula Yayınevi

3)       Siyah-Beyaz Sınırda (Borderline), Prof. Ertuğrul Köroğlu, HYB Yayınları

4)       Borderline Narsisist ve Şizoid Kişilikler, Tahir Özakkaş, Psikoterapi Enstitüsü Yayınları

5)       Hayatı Yeniden Keşfedin, Jeffrey E. Young, Psikonet Yayınları

6)       Sınır Kişilik Bozukluğu İçin Şema Terapi, Arnoud Arntz, Hannie van Genderen, Psikonet Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder