17 Ekim 2014

Solcular Her Şeye Karşı mıdır?

Sosyalistlere sık sorulan bazı sorular var. Bunların bir kısmı gerçekten öğrenmek amacıyla sorulan sorular, bir kısmı ise sorudan ziyade iddia veya itham. Ancak öyle de olsa en azından etki alanları düşünülerek yanıtlamakta ve karşı savda bulunmakta fayda olabilir. Bu soru ve iddialardan ikisini geçmiş yazılarımda ele almaya çalışmıştım. Birincisi bireysel olarak kar veya çıkar elde etmeksizin insanların yeterli düzeyde çalışmayacaklarını ileri süren liberal varsayımdı. Bu yazıyı “Performansa dayalı ücretlendirme olmazsa insanlar yeterli düzeyde çalışmazlar mı?” başlığıyla yayımlamıştım. İkincisi ise toplumsal mücadele bütünlüğünü sekteye uğratmak, yaşamı birbirinden kopuk parçacıklara bölmek amacı taşıyan, sendikaların ideolojilerden uzak durması fikrine yanıtı içeriyordu. Bunu "Sendikalar İdeolojilerden Uzak mı Durmalı?" başlığıyla yayımlamıştım.

Sık sorulan sorular kapsamındaki yazılara üç ilave daha yapmaya karar verdim. Bu kapsamdaki üçüncü yazım olan bu yazımın konusu “Solcular her şeye karşı mıdır?”. Dördüncü yazının konusu ise “1980 öncesi siyasi şiddetin nedeni sağ-sol çatışması mı idi?” olacak. Beşinci yazının ki “Komünizm öldü mü?”.

Üçüncü soruyu ele almaya başlayalım. Solcular her şeye karşı mıdır?

Bu aslında sorudan ziyade şöyle bir suçlamadır: Solcular her şeye karşıdır!


Serbest piyasa ekonomisine, taşeron ve güvencesiz çalışma modellerine, bankacılık ve finans sektörlerinin varlığına, borsaya, var olan seçim sistemine, anayasa dahil hukuksal sistemin temellerine, eğitim ve sağlık sistemine, muhafazakar yaşam tarzına, dinin toplumsallaşmasına, milliyetçiliğe ve ulusalcılığa, NATO'ya, ABD emperyalizmine karşıyız. Listeyi daha da uzatmak mümkün. “Solcular her şeye karşıdır” önyargısının nedenlerinden biri bu olsa gerek. Oldukça uzun bir liste.


Soru genellikle şuna benzer şekilde devam eder: “Hiç mi olumlu toplumsal ve siyasi gelişme yok? Neden hep karşı çıkılır da bazen alkışlanmaz?” Bazılarınca sorulan, merak edilen, yadırganan bunlardır.

Bunlara iki ayrı çerçeve içinde yanıt vermek daha açıklayıcı olabilir. Birinci çerçeve ideolojik çerçeve ve bunun içinde karşı çıkışların ideolojik gerekçelerine yer vermeye çalışacağım. İkinci çerçeve ise sosyopsikolojik çerçeve. Bunun içinde toplumun bireyin ruhsal durumu üzerindeki etkisini ve genel memnuniyetsizlik halini ele almaya çalışacağım.

“Solcuların her şeye karşı olduğu” şeklindeki ithamın ideolojik muhatabının sosyalist sol olduğu aşikardır. Söz konusu sağ söylem insanlığın yarattığı tüm değerlerin sosyalistler tarafından yıkıma uğratılmak istendiği ithamında bulunur. Bu şekilde insanlar elde olanları da kaybetme korkusuna kapılacaklarından köklü bir değişime karşı isteksiz olacaklardır. Değişim ancak daha iyiye gidilebileceğine inanıldığında istenir. Sav, toplumsal sistemin iyi işlediği, iyi işlemeyen şeyler olsa da sistemi değiştirmeden bunların çözülebileceği yönündedir. Şöyle denir "Biz de bazı şeylere karşıyız ama her şeye de karşı çıkılmaz ki?".

Sorun, karşı çıkılanlar listesinin uzunluğu meselesi olarak algılanınca solcular her şeye karşıdırlar iddiası da doğruymuş izlenimi verebilir. Buradaki algı hatası tüm bu karşı duruş listesinin özünde tek bir karşı duruştan kaynaklanmış olduğunun gözden kaçırılmasıdır. Bu tek karşı duruş her türlü sömürü ve egemenlik ilişkisine ve sınıflı toplumsal düzene karşı duruştur. Sınıflı toplum sömürüye yol açtığı ve eşitsizliğe dayandığı için sadece bir tarihsel uğrak yeri olup aşılmalıdır. Dünyanın çok büyük bir bölümünde içinde bulunduğumuz tarihsel evre kapitalist üretim tarzına dayanan sınıflı toplumdur. Bu toplumsal modelde hakim sınıf burjuvazidir. Burjuvazi siyasal, toplumsal ve iktisadi sistemi kendi hakimiyetini devam ettirecek şekilde biçimlendirmiştir. Serbest piyasa ekonomisi, taşeron ve diğer esnek çalışma modelleri, özel mülkiyeti korumaya yönelik biçimlendirilmiş hukuk sistemi, insan merkezli diye ambalajlanan ama özünde bireyciliğe dayanan kurumsal modeller, başta eğitim sistemi ve ana akım medya aracılığı ile sağlanan ideolojik hegemonya, emniyet güçleri ve orduya dayanan zor araçları, kişisel gelişim metotları ve benzer pek çok araç kapitalist sömürü sisteminin devamını sağlamaya yöneliktir. Kapitalist sistem ve onun ideolojisi olan liberalizm toplumun hemen her alanına nüfuz etmiş, özellikle içinde bulunduğumuz neoliberal evrede yaşamın her alanı metalaşmış diğer bir deyimle her şey alınır satılır olmuştur. Dolayısıyla hemen her yaşam alanı bu bozuk sistemin dışavurumunun izlerini taşır. İşte bu sebeplerle sosyalistlerin hemen her yaşam alanında verdiği mücadele insanlığın birikimine karşı mücadele değil kapitalist sömürü sistemine karşı mücadeledir.





Paranız kadar sağlık, paranız kadar eğitim, paranız kadar milletvekilliği veya belediye başkanlığı aday sırası, paranız kadar konut, paranız kadar eğlence hizmeti, paranız kadar ulaşım, iletişim vb. sahibi olabiliyorsanız sistemin birkaç yeri değil tamamı bozuk demektir. Para kapitalizmin kabesidir.

Sosyalistler (marksist sosyalistleri kastediyorum) kapitalizmin nihai bir tarihsel evre olmadığını, sınıfsız topluma (komünal toplum) geçişin gerekli ve zorunlu olduğunu düşünürler. Karşı çıkışların özündeki neden budur.

Peki içinde bulunduğumuz sömürü sistemi içerisinde sistemin temsilcileri hiç mi iyi iş yapmamaktadır? Örneğin yeni inşa edilen otobanlara, hastanelere vb. ne demeli? Bu ve benzeri gelişmeler kanımca iki şekilde yorumlanabilir. Birincisi tüm bunlar sistemin bozukluğunu maskelemek için halka verilen aynı zamanda verilmek zorunda kalınan ödünlerdir. Burjuvazi sömürü sistemine kaşı halkın ayaklanmasını önlemek için kısmi iyileştirmeler yapmaktadır. Bu şekilde tepkiyi azaltıp sistemin devamını sağlamaya çalışmaktadır. Sosyalistlerin görevi bu kısmi iyileştirmeleri alkışlamak değil deşifre etmek olabilir. Diğer yandan gelişme olarak lanse edilen pek çok olgu eşitlik ve özgürlük ilkelerini ihlal etmektedir. Örneğimizde yeni inşa edilen hastane ve otobanı vermiştik. Sağlık hizmetlerinin paralı hale getirildiği, paranız kadar sağlık hizmeti aldığınız bir sistemde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği açıktır. Benzer şekilde seyahat edebilecek kadar parası olanlarla olmayanların otobandan eşit derecede faydalanması beklenemez. Sistemin kimlerin yararına işletildiği bellidir. Bu ise gelişmelerin özde gelişme değil biçimsel gelişme olduğunu gösterir.

Peki insanlığın temel değerleri olan eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi değerleri savunan ve bunun mücadelesini verenler kimler, karşı çıkanlar kimler?
Bu değerler 1789 Fransız devriminden kısa bir süre sonra burjuvazi tarafından ihanete uğramıştı. Burjuvazi feodal sistemi yıkana kadar bu değerleri savunmuş ancak kendi egemenliğini sağladıktan sonra kenara bırakmıştı. Çünkü bu değerler ve özellikle eşitlik ilkesi ileride kendisi için tehdit olabilecekti. Fransız devrimi ile kurulan toplumsal sistem günümüzde modifikasyonlara uğramış şekliyle de olsa Türkiye dahil dünyanın çoğu yerinde hakim durumda. Bu sistemin hakim sınıfı olan burjuvazi ve onun ideolojisi olan liberalizm eşitliğe karşı olduğu gibi, özgürlüğe biçimsel bir karakter vermiş, kardeşlik ilkesi ise kapitalizmin bencil insan üretme işlevinden dolayı mumla aranmaktadır. Şu durumda söz konusu ilkelere dünya genelinde yeni bir taşıyıcı gerektiği açık olmalı. Sosyalistler bu taşıyıcının proletarya, yol göstericisinin ise sosyalizm ideolojisi olduğunu düşünür. Sosyal demokrasinin ortalamacılığıyla bir yere varılamamıştır. 1950-1980 arasındaki parlamasını kaybetmiştir. Sosyalizm günümüzde aldığı her türlü eleştiriye karşı halen kapitalizmin tek alternatifi olarak görünüyor. Karşı çıkışlar kısmi ve geçici değil yaygın ve köklü olmalıdır. Radikal sorunlara radikal çözüm!

Konuyla ilgili ikinci çerçeve sosyopsikolojik boyut.

Öncelikle kapitalizm bozuk bir sistem ve ona uyum sağlamak ise sağlıklılık değil sağlıksızlık işareti olmalı. Ama bu elbette sosyopsikolojik boyutun sadece bir yönü.

Toplumdan, siyasetten, ideolojiden bağımsız yapılan birey değerlendirmeleri sosyalistlerin devrim için verdiği mücadeleleri ruhsal duruma ve kişilik özelliklerine indirgeyebiliyor. Kişinin kendisinden kaynaklanan bir ruhsal sorunun dışavurumu olarak yorumlanabiliyor. Kanımca bu anlayışın kökeninde toplumu tekil bireylerin toplamı sanmanın önemli bir rolü var. Pek çok kavram ve olgunun bireysel çerçevede ele alındığı liberal hegemonya çağında buna çok da şaşırmamak gerekir.

Yaşamın diyalektik bütünlüğü anlayışının sağ ideolojilerce parçalanmasına bağlı olarak günümüzde pek çok insan toplumsal, siyasal, ideolojik olgu ve kavramları bireysel düzlemde ele almaya meyil gösteriyor. Örneğin sosyalizm hakkında fikir sahibi olmak için Marx veya Engels okumak yerine çevrede görülen sosyalist kimlik taşıyan bireylerin davranış ve düşünceleri esas alınabiliyor. Olumsuzluk ve tutarsızlık gözlemleri sonuca varmak için yeterli görülebiliyor. Oysa durum bu kadar basit değil. Bunun konumuzla ilgili kısmını açmaya çalışırsam:

Toplumsal sistemin bireylerin ruhsal durumlarında yarattığı tahribatlar, örneğin özelleştirme sonucu işten çıkarılma nedeniyle yoksulluk yaşayan ailedeki bir çocuk veya babası 12 Eylül zindanlarında işkence gören bir insan benzer sorunların toplumun diğer alanlarında da bulunduğunu fark ettiğinde bu durumu düzeltebilmek için sıklıkla görülebildiği gibi sosyalizm düşüncesine yönelebiliyor. Ancak bu ilk aşamada henüz düşünsel yönü duygusal yönünden çok daha geride ise düşünceler ile davranışlar arasında uyumsuzluk gözlenebiliyor. Tepkisel davranışlar yaratıcı ve üretken davranışları gölgede bırakabiliyor. Bu durumda haliyle “solcular her şeye karşıdır” algısı doğuyor. Sorunu giderebilmek sosyalist bireylerin düşünceleriyle uyumlu davranışları geliştirebilmesinde yatıyor. Bunu sağlamaksa sadece bireyin elinde de değil. Örgütlü bir yapı içerisinde eleştiri-özeleştiri mekanizmasının işletilmesi gerekir. Kanımca bireysel gelişimin en etkili yolu budur. Ancak 1980 darbesinin sosyalist parti ve örgütleri büyük oranda tasfiye etmesinden dolayı önemli oranda örgütsüz sosyalist oluştu. Dayanışma ortamının zayıfladığı bu ortamda bireysel kalan sosyalistlerin düşünce ve idealleri yönünde gelişme olanağı da azalmış oldu.

Konuyu özetlemeye çalışırsam.

Sosyalistler her şeye değil sömürü ve egemenlik ilişkilerine ve de sınıflı topluma karşıdırlar. Bunlara dayalı olan sistemler pek çok alanda kendilerini dışa vurdukları için bazılarınca sosyalistler her şeye karşı sanılmaktadır. Burada demagoji söz konusudur. İnternet ansiklopedisi Vikipedi demagojiyi “halkın isteklerine, önyargılarına ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışı” olarak tanımlıyor.

Sosyalistlerin karşı oldukları sisteme alternatif bir sistem projesi vardır. Yani nihilistler gibi tüm değer sistemlerini yıkmayı ve yerine de bir şey de koymama düşüncesinde değildirler. Sosyalistlerin alternatif sisteminin geçerli bir bir sistem olup olmadığı ve geçmiş deneyimlerinde karşılaştığı sorunları ise ayrı bir başlığın konusu olacak.

İnsanlığın temel değerleri olan eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin geleceğe taşıyıcısı olan toplumsal sınıfı proletarya, ideolojisini ise sosyalizm olarak kabul ederiz.

Sosyalizmin eşitlik, özgürlük ve dayanışmaya dayalı idealleriyle uyumsuz ve aşırı tepkiselci bireysel davranışların nedeni bu davranışları sergileyen bireylerin içsel özellikleri değil egemenlerin baskı, şiddet, tecride dayalı yönelimleridir. Ayrıca sol parti ve örgütleri tasfiye eden 12 Eylül faşizmi ve ardından Sovyetler Birliği'nin dağılmasının yarattığı etki sosyalist bireyler ile örgütleri arasında önemli bir kopukluğa yol açmış, kişisel gelişimin en önemli yöntemlerinde biri olan eleştiri-özeleştiri adeta işleyemez olmuştur. Bu durum ise sağın demagogları tarafından aleyhte propaganda malzemesi yapılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder